HOLLANDA’YA GÖÇ’ÜN 60’INCI YILI ARİFESİNDE KAZANDIRDIKLARIMIZ VE KAZANDIKLARIMIZ... | MERSİN MOZAİK

HOLLANDA’YA GÖÇ’ÜN 60’INCI YILI ARİFESİNDE KAZANDIRDIKLARIMIZ VE KAZANDIKLARIMIZ...

HOLLANDA’YA GÖÇ’ÜN 60’INCI YILI ARİFESİNDE KAZANDIRDIKLARIMIZ VE KAZANDIKLARIMIZ... mersinmozaik.com

Karaçay,"Şimdilerde, birinci neslin yarısından çoğu Türkiye`ye yerleşti. Bir kısmı hakkın rahmetine kavuştu. Cenazeler hep Türkiye`ye gönderildi. Ama şimdi artık Hollanda`da `İslam mezarlıkları` açılmaya başlandı. Artık burada gömülüyor Türkler..."

Meslek yaşamanın Hollanda da sürdüren Mersinli Gazeteci İlhan Karaçay, başarılı bir derleme yaparak 1960'lı yılların ortalarında "Gurbetçi" adı altında Avrupay'a giden Türk vatandaşların yaşam ve geçirdikleri evreleri analiz etmiş.

Kendisini kutluyor ve yazısını paylaşıyoruz...

"Sadece 3 harften oluşan GÖÇ, aslında, içinde dünyaları saklayan bir kelime olmalı.
GÖÇ kelimesinin Türklükle özdeşleşmiş olduğunu da söyleyebiliriz.
Zira GÖÇ, tarih boyunca, Türkler’in peşini bırakmadığı bir oluşumdur.
GÖÇ, sosyal, kültürel ve siyasi gelişmeler ile birlikte, din değişiminde bile etkili olmuştur.
Bu GÖÇ, destanlara bile konu olurken, tabii ki atayurda kavuşma özlemi olarak hep var olmuştur.

Bizim, atalarımız gibi başlattığımız göç, 60 yıl önceye dayanır.
1950’li yıllarda, 400 bine yakın Hollandalı, Kanada, Avustralya ve Yeni Zelanda’ya göç edince, büyük bir işçi boşluğu yaşandı. Bunun üzerine Hollanda; İspanya, İtalya, Yugoslavya ve Yunanistan gibi ülkelerden işçi getirmeye başladı. Bu arada, Türkiye’den Hollanda’ya gelip yerleşenler de oldu.
Hollandalı işverenler, Türklerin işe bağımlılık ve saygınlığını fark edince, Türkiye ile bir anlaşma yapmaya karar verdiler. Daha sonra da 19 Ağustos 1964’te böyle bir sözleşme imzalandı.

Türklerin Hollanda’ya geldikten sonra kolayca adepte olmaları, Hollandalı işverenlerin dikkatinden kaçmamıştı. Bunun üzerine işçi alım furyası Türkiye’ye yönelmişti.

Anlaşma öncesi Hollanda’ya gelmiş olan 5 bin kadar yurttaşımız kendi imkânları ile iş, aş ve ev bulurlarken zorluk çekiyorlardı. Anlaşma sonrası gelenler ise iş, aş ve ev zorluğu çekmiyordu.

Ne olduysa GÖÇ ÖZLEMİ’nden sonra oldu. Birkaç yıl çalışıp geri dönme planı ile gelen Türkler, geri dönme yerine aile birleşimini tercih ettiler.
Aile birleşimi, Türkler için büyük sorunlar getirdi. Konut sorunundan başka çocukların eğitim sorunları da, Türkler için sürüp gitti…

Aradan kısa bir zaman geçmesine rağmen, Türkler’in bazılarının, işçilikten kurtulup esnaf olma planı yürümeye başladı. Diğer ülke işçilerinin aklından bile geçmeyen bu gelişme, Türkler için ‘kazançların en büyüğü’ oldu.
Aynı Türkler’in çocukları da, ‘Babalarımız işçi olarak geldiler ama, biz aynı işleri yapmayacağız’ dediler ve eğitime önem verdiler.

Türkler sanat okullarında sanatı, üniversitelerde de sosyolojiyi, psikolojiyi, filozofiyi, siyaseti ve daha sonra yığınla meslek öğrendiler.

Türklerin, pozisyonlarını geliştirmeleri, Hollanda halkı üzerinde tabii ki bir kıskançlık yarattı. Türkler’in evlerinin önünde üç beş otobili gören Hollandalıların kıskançlık duyguları, ister istemez ırkçılığı horlattı. Tabii ki politikacılar da bu fırsatı kullanmakta geri kalmadılar.

Çok kötü yıllar yaşadı Hollanda’daki Türkler…
Bu konuda yazdıklarımızı tekrarlamakta bir yarar yok.
Ne var ki, bu durumu değişik bir şekilde yorumlamak lâzım.

 

Hollanda’ya resmi göçün 50’inci yılında, yani 19 Ağustos 2014’te yazdığım yorumun başlığı ’50 YIL ÖNCE BUGÜN SATILMIŞTIK’ idi.
‘Bizi satarken hazırlanan sözleşme, 19 Ağustos 1964’te Lahey’de imzalanmıştı’ ara başlığında, sözleşmenin Fransızca olduğunu da yazmıştım.
Neden bu kadar kızgın yazdığımı hepiniz biliyorsunuzdur, tekrarlamama gerek yok.

Şöyle devam etmiştim o yazıma: Peki, imzalanan sözleşme çerçevesinde buraya getirilen Türkler haklarını almışlar mıydı?
Ne yazık ki bu sorunun yanıtı kocaman bir `Hayır`dır.
Yurttaşlarımızın buralara geldiği ilk yıllarda, iskan ve sağlık sorunu içler acısıydı. Bir odada ve ranzalarda 8-10 kişi yatıyordu. Hastalanan yurttaşlarımızın evine işyeri doktoru anında kontrola geliyor ve `Sen hasta değilsin` diyerek derhal işbaşı yapması isteniyordu.
Mübalağa olmasın ama, bu sıkı kontrol sistemi hasta yurttaşlarımızı çok zorluyordu. Zorlamak da ne demek, bazı yurttaşlarımız bu kontrollar sonucunda hayatlarını kaybetmişlerdi.
Amsterdam`daki NDSM tersanesinde çalışan bir yurttaşımız, kendisini hasta yatağından işe gönderen doktorun hatası sonucunda işyerinde vefat etmişti. Bu vicdansızlık için binlerce yurttaşımız ve onları destekleyen Hollandalılar büyük bir protesto yürüyüşü yapmışlardı.

Ne acı bir tesadüftür ki, aynı günlerde Belçika`da, aynı ortamda hayatını kaybeden bir Türk için de protesto gösterisi yapılmıştı.
Tam bir dramaydı göç serüvenleri. Gidenlerin her birinin ayrı ayrı `Göç öyküleri` vardı. İçlerinde taşıdıkları acıyı anlatırlardı hep.
`Acılar paylaşıldıkça azalır` derler ama, bu savın doğru olup olmadığını, göç edenlere sormak lazım.

Bazıları şöyle yazmışlardı: Vedalaşırken dost ve akrabalar dokunaklı sözler söylediler, mendil salladılar, gözyaşı dökerek yolcu ettiler. Bunların arasında anam vardı, babam vardı, kardeşlerim vardı. Yavuklum da vardı tabii. Gidiyordum ama, ruhumu geride bıraktığımı söyleyememiştim. Aradan yıllar geçti. Artık ne sılam vardı, ne de gurbetim. İkisinin arasında kaybolup gitmiştim. Ne umudum kaldı ne de ruhum. Artık çaresiz bir insandım.
Ayrılırken, her şeyin yoluna gireceğini ve iyi olacağını söylüyorlardı. Peki her şey iyi oldu mu? Yurt olarak bildiğimiz yerlerden, ekmek parası için ayrıldık. İstemediğmiz halde koparıldık yerlerimizden. Gittiğimiz yerlerde, ülkeler arasında yapılan sözleşmelerdeki katı ve yetersiz kurallar nedeniyle mutsuz olduk.
Yıllar yılları kovaladı. Bir araya gelip sohbete başladığımız zaman, hüzünlü gözlerle memleketi yad etmeye başladık. Sonra aile birleşimi yaşadık. İkinci nesil çocuklarımız, olan biteni anlamaya çalışırken, üçüncü nesil bizlerin göç serüvenini araştırmaya başlamıştı bile.

KÖLELİKTEN KURTULUŞ

Hollanda`daki Türkler, şimdi artık kölelikten kurtuldular ve mutlu olmaya başladılar. İkinci nesil Türklerin çoğu, babaları ne yaptıysa onları yaptılar.

Yani kalifiye olmayan işlerde çalışmaya devam ettiler. Ama üçüncü nesile ait Türkler, kıskandıracak ve parmak ısırtacak kadar ileri gittiler. Eğitim gördüler. En iyi işlerde koltuk kapmaya başladılar. Siyasete girdiler. Hollanda parlamentosuna 11 milletvekili kazandırdılar. İl Genel Meclisleri`ne 25, Belediye Meclisleri`ne 500`ün üzerinde üye verdiler.
İşyerleri açtılar. Önceleri kahvehane, lokanta, manav ve kasap dükkanları çalıştırdılar. Sonraları büyük işlere başladılar. Süpermarketler açmaya başladılar.
Fabrika açanların sayısı da az değil. 20 bin işyerinde 100 bin kişi çalıştırıyorlar.
Hollanda ve Türkiye hazinelerine milyarlar kazandırıyorlar. Tabii ki kendileri de çok kazanmaya başladılar.

ŞİMDİKİ DURUM

Şimdilerde, birinci neslin yarısından çoğu Türkiye`ye yerleşti. Bir kısmı hakkın rahmetine kavuştu. Cenazeler hep Türkiye`ye gönderildi. Ama şimdi artık Hollanda`da `İslam mezarlıkları` açılmaya başlandı. Artık burada gömülüyor Türkler.

ANALİZ

Eğri oturup doğru konuşmak gerekirse, Türk işçi göçü meşekkatli bir serüvendi. Şimdi artık göçten söz etmemek lazım. Artık azınlık olsak da yerleşik biz düzenimiz var.

Bu ara Türk ve Hollanda hükümetlerine haksızlık ettiğimiz zamanlar da oldu.
TRT radyosunu cızırtılı dinleyebildiğimiz yıllarda, Türk hükümetlerinin kabadayılık yapacak bir hali yoktu. Hoş, buraya gelen Bakanlarımız ve milletvekillerimiz bol keseden konuşup gidiyorlardı. Yurttaşların sorunlarını güya not ediyorlardı. Ama bu notlar maalesef sigara paketlerinin arkasına yazılıyordu. Sonraları durum değişti. Sorunları ciddiye alan bakanlarımız da oldu.

Hollanda cephesinde de durum aynıydı. Sağduyulu ve duyarlı bakanların yanında, benim `Vicdansız Sabuha` diye lakap taktığım Entegrasyondan Sorumlu Bakan bayan Rita Verdonk`un yanında, demokrat politikacılar da vardı.

Bir ara çok kızmıştık Hollandalılar`a. `Hollanda`da bir tek demokrat bile yok` iddiasını yapacak kadar kızmıştık. Vicdansız Sabuha Verdonk`tan sonra hükümet değişikliği sonrası, O`nun yerine gelen bir başka bayan Ella Vogelaar umudumuz olmuştu. Ama o da aynı politikayı sürdürmüştü. Bir gün bu Bakan`a, aile birleşimi konusunda bir soru yöneltmiştim. Verdiği yanıt hiç de tatmin edici değildi. Ben de çok kızmış ve bu Bakan`a, `Siz bize umut vermiştiniz, ama görüyorum ki sizin de Verdonk`tan farkınız yokmuş. Siz Verdonk`un klonlanmışısınız.` dediğim zaman ortalık buz kesilmişti.

Hollanda`nın ender güzelliklerinden biri de buydu herhalde. Zira aynı sözleri Türkiye`de bir Bakan`a söylemiş olsaydım, anında tutuklanırdım herhalde…

Analizimi özetlemek gerekirse, Türk göçü kötü başladı. Umursamazlık yıllarca sürdü. Sahiplenmedik. Biz, birkaç gazeteci Türk, yurttaşlarımızı sahiplenir olduk. Ama bu sahiplenme de sınırlıydı tabii…
Kendilerini geliştiren Türkler derneklerini ve federasyonlarını kurarak kendi kendilerini sahiplenmeye başladılar.
Sonuç: Kimi memnun, kimi solgun…
Bu durum insanlar yaşadıkça devam edecek.
Ama en sonunda insanlar arasındaki fark ortadan kalkacak ve ayrımcılık nedenleri de silinip gidecek.

60`INCI YIL ETKİNLİKLERİ

Hollanda’ya Türk işçi göçünün  60’ıncı yılı etkinlikleri çerçevesinde mutlaka pek çok organizasyon yapılacaktır.

50’nci Yıl etkinliklerinde, Başkanlığını Veyis Güngör`ün yaptığı Hollanda Türkevi Araştırmalar Merkezi ve  Ankara`da bulunan Halk Kültürü Araştırmaları Kurumu’nun ortaklaşa organize ettikleri,  “Hollanda’ya Türk İşgücü Göçünün 50`nci Yılında Türkiye-Hollanda İlişkileri Sempozyumu`na  Türkiye`den 60 akademisyen olmak üzere, Almanya, Ukrayna ve Azerbaycan ve Hollanda`dan 180 konuk katılmıştı.

Bakalım 60’ıncı yıl etkinliklerinde hangi kurumlar ve kişiler başrolleri ve diğer rolleri paylaşacaklar?

SON SÖZÜM:
İyi anılar, kötü anılar olduğu gibi, iyi gelişmeler ve kötü gelişmeler de oldu.
Analizin sonunda şunu rahatlıkla söyleyebiliriz:
Hollanda’da maddi kaybımız olmadı. Aksine kazandık.
Ama Hollandalılara da çok kazandırdık.

3 Aralık 2021 tarihinde, yine Doğuş için yazdığım , Avrupa’ya göçün 60’ıncı yılı etkinlikleri yorumda şunları belirtmiştim:
Tabii ki burada yaşamakta olan kanaat önderlerimizin de yapacakları var.
Kanaat önderlerimiz, particiliği, kulüpçülüğü ve bölgeciliği bir kenara atarak, toplumun genel sorunlarının çözümü için gayret sarfetmeliler ve yol göstermeliler.

Kısaca, sonuç nedir biliyor musunuz?
Ferdi Tayfur, ‘Hadi gel köyümüze geri dönelim, Fadimenin düğününde halay çekelim’ diye şarkı söylüyor ya?
Bizim gençlik buna, ‘Köyümüze geri dönmeyeceğiz ve Fadime’yi de buraya getireceğiz’ diyorlar.
Durum bunu gösteriyor.

Haydi hayırlısı."

Sevgili Karaçay'ın oylumlu analizine Fazıl Hüsnü Dağlarca'nın şu dizlerini eklersek sanırız yakışır:

“Gün ışır ışımaz alın yazımız parlar / Ne alın yazısı, el yazısı be / Sökemeyiz ki, biz ilkokul aydınlığı bile gösterilmeyenler / Biz, pis yöneticilerin mutsuz kişileri /Süpürürüz, yaban ellerinin sokaklarını pis el, pis yürek / Sığmazken Atalarım güne, yarına / Düşmüşüm vay düşmüşüm ben el kapılarına / Daha üç yüz yıl önce, omuzlarımızda gök yarısı bayraklar / Eğilirdi bu ülkelerin burçları uygarlığımıza / Şimdi ta Bünyan’daki üç çocuk, ağızları açlıkla büyümüş / Şimdi ta Ereğli’deki dört çocuk, gözleri açlıkla iri iri, / Alır, karanlıklar karanlıklar ardından gönderdiğimiz kara lokmasını / Sığmazken Atalarım güne, yarına / Düşmüşüm vay düşmüşüm ben el kapılarına / Ne duruyoruz, aylık bin yeşil mark /Varalım, dağılalım, kartal Anadolu’dan yeryüzüne / Beyler altın uykularından uyanmak üzre, hadi yollarını temizleyelim / Süpürgeler kocaman, çöpler kocaman / Al güneşten bile utanmadan, pis el, pis yürek /Sığmazken / Atalarım güne, yarına / Düşmüşüm vay düşmüşüm ben el kapılarına.”