Doğanın çiçeklendiği Mayıs günlerinde kentin karmaşasından biraz olsun kurtulmak adına başınızı alıp kırlara uzanın; çevrenize dikkatlice baktığınızda gördükleriniz karşısında adeta çarpılırsınız, ölgün akan dere yıllar önce yıkılan Müftü Köprüsü’nün adeta minyatürüyle geçilir…
Geçmişte bir anlamda iletişim dili olan mimari ve estetiğe çok önem verilirmiş.
Teknoloji gelişip eser yaratmak kolaylaştıkça o soylu gelenek terk edildi.
Binalar beton yığın, göz tırmalayan sözde eserler estetikten yoksun…
Doğanın çiçeklendiği Mayıs günlerinde, kentin karmaşasından biraz olsun kurtulmak adına başınızı alıp kırlara uzanın; çevrenize dikkatlice baktığınızda gördükleriniz karşısında adeta çarpılırsınız, ölgün akan dere yıllar önce yıkılan Müftü Köprüsü'nün adeta minyatürüyle geçilir…
Çünkü dağ başlarında rastladığınız soyluluk, kentte yaratılan çirkinlikleri yüzünüze vurur…
O güzelliklerden birisi de, Mersin'in 10-12 kilometre kuzeyinde bulunan Hamzabeyli Köprüsü.
1990’lı yıllara kadar Mersin’in içmesuyunun büyük ölçüde karşılandığı Hamzabeyli Deresi’nin üzerinde kurulu köprü, tam örtüşmese de 1968’de meydana gelen selde yıkılan Müftü Köprüsü’nü çağrıştırıyor, adeta minyatürü gibi…
Bezer eserlere kırsal kesimde yer yer rastlanırken, Büyükşehirliğe terfi eden Mersin’deki köprüler, estretikten yoksun beton ucubesi gibi.
Bir gün üşenmeden yönünüzü Toroslar’a dönüp Üseli Mahallesi’ni geçtikten sonra sağa saparak dağlara doğru tırmanırsanız karşınız Hamzabeyli Köprüsü çıkar.
Biraz daha ilerleyerek yukarı doğru yol alınca, çevresinde hizmete açık lokanta ve benzeri mekânların bulunduğu Hamzabeyli Şelalesi karşılar sizi…