Selma Yağcı,"Eğer dünyaya geldiysek fark edilmek isteyenleri fark edelim. Onlara dokunarak onları fark ettiğimizi hissettirelim. İki lokma ekmeğimiz varsa birini onlara karşılıksız olarak verelim. O da yoksa hepimizde olan şeyi, yani sevgimizi paylaşalım. Ve her zaman üretelim..."
Mersin’in kültür ve sanatına önemli katkılar sağlayan Mersin Polifonik Korolar Derneği Başkanlığının yanı sıra Mersin Uluslararası Müzik Festivali Yürütme Kurulu Başkanlığını da üstlenen Selma Yağcı, uzun yılların yaşanmışlıklarıyla kentin kültür ve sanat belleği...
Mersin’de doğup büyüyen, eğitim süreci dışında kentten pek ayrılmayıp sanat yaşamının hamuruna yoğurulmasına doğrudan emek veren Selma Yağcı, etkinliklere mümkün olduğunca katkı sağlamayı sürdürüyor.
Geçmişte kalan güzel günlerin fiziken hayatta olmayıp anılarda yaşayan kahramanlarından Prof. Dr. Nevit Kodallı, Ahmet Yağcı, Nuri-Sudi Abaç kardeşler, Mersin Liselileri Derneği Kurucu Başkanı Gazanfer Uğural, Okan Merzeci, ablası Suna ve Erdoğan Tanaltay ’ın yanı sıra kentte iz bırakanları yakından tanıyan Yağcı, aynı zamanda Mersin’in kültür ve sanat dünyasının yakın tanığı.
Görüşmelerimizde sanatın her derde derman olduğunu vurgulayan Selma Yağcı, sevgiyle paylaşımın bütün güçlüklerin üstesinden geleceğine dikkat çekiyor. Güzel günleri anımsatmak adına Yağcı’yla eski Mersin, kültür-sanat, Polifonik Koro, Uluslararası Mersin Müzik Festivali, ablası Suna Tanaltay, Ahmet Yeşil üzerine yaptığımız sohbetin arşiv kayıtlarına uzanıyoruz.
Sanatın bir nevi ilaç olduğunu vurgulayan Selma Yağcı geçmişini,"Mersin’in Mesudiye Mahallesinde doğdum. Kendi ailemin son çocuğuydum. Hasbelkader dünyaya geldim. Annem öğretmendi. 40 yaşlarındayken ben doğdum ve beni doğurmaya utandı. Ve ailecek benden vazgeçtikleri anda bizleri büyüten bir Arap dadımız vardı. O annemin kapıda önünü kesip,’ Nereye gittiğini biliyorum. Eğer düşündüğün şeyi yaparsan üç çocuğuna sen bakarsın. Ama yapmazsan bu doğacak çocuğunla birlikte dördüne de ben bakarım’ demiş, böylece dünyaya geldim. Evlenene kadar ailede yetişkin olarak hiç benimsenmedim. Ailenin küçüğü, tepelere tırmanan, sevilen çocuktum. Benim ailem büyük bir ailedir. Merzeci ailesi. Kadı Tahsin Merzeci Osmanlı İmparatorluğu’nun buraya tayin ettiği son kadıdır. O zaman il merkezi Silifke’ymiş . Oraya tayin edilmiş. 9 çocuğu olmuş ve biz 33 torunuz. Ailemizin en çok dikkat çeken özelliği, varlıklı bir aile olup sosyetik olmayışıdır. Ve varlıklı bir ailenin yapması gereken şeyleri yapmamız. Fark ettiği zor durumda olan herkese destek olan bir aile. Bu ailenin en tanınan en sevilen kişisi amcamın oğlu Okan Merzeci’dir. Nüfus müdürü bizim soyadımıza 'ci' eklemeyi unutmuş. Babam da boşver kalsın demiş. O yüzden soyadımız ’Merze’ buna da alıştım. Mesudiye mahallesindeki evimizde 3.5 yaşında falandım, kapının girişinde ufak bir yer vardı ve sürekli şarkı söylerdim. ’Süpürgesi yoncadan Eminem, gayet beli inceden oy...’ sonra susardım. içerideki ağabeylerimi dinlerdim. Ağabeylerim içerideydi. Mozart, Beethoven dinlerlerdi. ’Şimdi benim sesimiz duyacaklar ve sesi ne kadar güzel diyecekler’ diye hep bekledim. Yıllar sonra süt ağabeyim Nevit Kodalı’ya, ’Abi hiç demedin sesin ne güzel’ diye sorduğumda. Nevit Abi banadedi ki, ’Desem ne olacaktı, baban bırakır mıydı ’ dedi bana. Nitekim yıllar sonra üniversite dönemimde Beklan Algan tiyatro kurslarına katıldım. Ve Rumeli Hisarı’nda ilk oyununu sahneye koyduğunda Beklan Algan ailemi aratıp, ’Selma hemen gelsin rolü hazır’ dedi. Babama söyledim, babam kültürlü bir insandı ve bana dediği laf şöyleydi,’Kızım şimdi Sami Merze’nin kızı tiyatrocu mu oldu dedirteceğiz...’ tanıdığım bütün büyüklerin düşüncesi, sanata yakın olmayanların düşüncesi buydu. Akşamları kamyonun arkasına koltuk sandalyeler konulurdu. O kamyona mahalleli doluşurduk. O kamyon mahalleliyi gezdirirdi. Yazın sıcak aylarında o zamanlar Viranşehir uzak bir yer gibi gelirdi..."
Sevgili Selma Yağcı’ya Mersin’in tanıtımına büyük katkı sağlayan 5 Mart 2021 dönülmeze göçen Suna Tanaltay’ı soruyoruz. "Ablam olan o güzel insanın yayınlanmış 19 kitabı var. Bir gün bile kendini methettiğini duymadım. Lise öğrencisiyken yazdığı şiirler hep hatırımda. Bunlardan birisi de 'unutmak’, çok sevdiğim dizeleri size de okuyayım, Unutmak güzelleşmişti dilinde / Yorgun sesin ürpertiyordu beni / Kalbimi benden de iyi anlıyordun / Bakışların ruhumla konuşuyor / Ve müğfem heyecanlarla ufuklara dalıyordun / Unutmak, unutmak mümkün mü seni /Senin yanında buldum saadeti / Hasret kokan saçlarının dünyasında / Yalnız gözler ve kalpler konuşurdu / Ellerin özlediğim alevle tutuşurdu / Hayatın şu kısacık rüyasında / Unutmak unutmak mümkün mü seni... Bu güzel şiirlerden bazılarını o zaman ki müzik öğretmenimiz Hikmet Azer besteler şarkı olurdu. Biz ne kadar şanslıyız. Bütün bunlarla yetiştik. Ablam ve Erdoğan abi sayesinde nefes alan mutsuzlukları biten hayata sarılan binlerce kişi var. Suna Tanaltay’nın her zaman yanında oldum. Dünya tatlısı bir insandı..."sözleriyle andı ablasını.
Sevgili Selma Hanım’dan biraz da Ahmet Yeşil’i anlatmasını istiyoruz. "Ahmet Yeşil benim çocuğum. Onun olmadığı yerde ben nefes almakta zorlanıyorum. Sanıyorum evimde 30 küsür yerde Ahmet Yeşil tablosu var. Gazenfer Uğural"dan bahsetmedik. Ben istanbul’da yaşarken Mersin Liselilerİ Derneği’ne üyeydim. Gazenfer Uğural birgün beni çağırdı, ’Selma Mersin’e sanat haftası götürüyorsun’ dedi. Ben de, ’Nasıl yani’ dedim. Mersin Liseliler Derneği'nin Başkanıydı, uğraşıp ilgilenmemi istedi. Çalıştık çabaladık. Sonunda Esin Avşar Orkestrası, Ulvi Yücelen Quartet yaylı grubu ve üç dört grup olunca iki otobüs tutmak zorunda kaldım. Birinde eşyalar diğerinde insanlar. Mersin’e geldik. 1 hafta boyunca güzel bir sanat haftası oldu. Mersin’in durgun günlerini sonlandıran bir etkinlikti. O zaman bir karma sergi olduğunu öğrendim. O karma serginin içinde Ahmet Yeşil’in eserleri vardı. Ahmet ile ilk tanışmamız o sergideydi. Ablamın ve Erdoğan abinin de öyledir. O kadar çok sevdik ki Ahmet Yeşil ve eserlerini. O İstanbul’dan ilk gelişlerinin dönüşünde Mersin Liselileri Derneğinin de yardım ve desteğini alarak, tanıdıkları iyi bildikleri bir galericiyle anlaşılarak Ahmet Yeşil’e İstanbul’da bir sergi açıldı. 33 resim vardı ve hepsi satıldı. Ahmet Yeşil’in Mersin dışına ilk adımıdır bu. Ve adımlar gitgide gelişti. Çok ünlü yabancı bir galerici, ’Ahmet Yeşil’i dünyanın neresinde görsem resimlerini tanırım...’ dediğinde, Ahmet Yeşil gayet rahat bir şekilde, ’Biliyorum tabii...’dedi. Kendine güvenen ve kendini geliştiren birisidir. Dünyada sadece kendi adını değil, ülkemizin de adını duyuran nadir ressamlardandır. Ahmet Yeşil’i anlatırken, İlhan Çevik, Nuri ve Abaç’tan söz etmemek olmaz. İlk Sudi Abaç’ın dikkatini çekti, sonra Nuri Abaç ve İlhan Çevik devreye girdi. Onlar Ahmet Yeşil’in geçirdiği yanlış tedaviden sonra hissiyatını, psikolojisini değiştirmede destek olan, resimle biraz daha güç vererek sağlanabileceği düşünüp yönlendirdiler. O güzel insanlara çok büyük teşekkür borcumuz var. Tekrar Ahmet’e dönersek ilk tanışmadan sonra beni arardı yeni resimlerini yaptığında gidip bakmamı isterdi. Resimlere nasıl baktığıma ve duygularıma bakıyormuş Ahmet. Nasıl duygular aksettirdiğime, ağlayışlarım, duruşlarım, tebessümlerim. Hepsini izliyormuş. Özetle, Ahmet Yeşil’in ablası olarak görüyorum kendimi. Çok daha iyi yerlere geleceğine eminim, bin kere, milyon kere hak ediyor..."
,Selma Hanımla sohbeti halen yürütmekte olduğu Uluslararası Müzik Festivali ve korolara yöneliyoruz. "Bundan hemen hemen 19 sene önceydi ve Mersin Operasının kuruluşunun 10. Yılı olması gerekiyordu. Çok güzel bir program hazırladık. Ve bu neden ’Uluslararası Müzik Festivali ’olmasın ki diye düşündük. Ve yaklaşık 21 yıldır sürüyor. Bu festival 2007 yılında Avrupa Festivaller Birliğine kabul edildi. Bizi hala Avrupa Birliği almadı ama biz festivalle ordayız. Bu gerçekten çok önemli ve gurur duyuyorum. Umut ışığı korosuna gelince Öncelikle ’Ben’ kelimesinin lügattan çıkarılıp ’bizi’ konuşalım. Çünkü hiçbir insan bir şeyi tek başına yapamaz. Ve bunu kabul etmeli. Benim hayatımda ’ben’ dediğim tek iş ’Umut Işığı Korosu’ bu çocuklar 9-12 yaş arası ve göçlerle buraya getirilen ailelerin çocukları. Bunlar hem çalışıp hem okuyorlar. Bir gün bir durakta durdum. Şık bir araba, içinde şık bir kadın ve erkek. Yolun sol tarafında Roman bir hanım. Ne kadar zayıf anlatamam . Bağdaş kurup çocuğunu emziriyor. Yanında da çırpı bacak ufak erkek çocuk. Koşarak geldi o lüks arabanın camına vurdu. Yalnız arabanın içindekiler ilgilenmeden ilerlediler. O an aklıma bir slogan düştü, ’Tüm dünya çocukları eşittir. Hiçbir çocuk başını yastığa aç ve mutsuz koymamalıdır’ . Hemen çalışmalara başladım eşim bana çok yardımcı olmuştu. Göç yerlerine gittik. Güzel bir koro kurduk. Ve adına da ’Umut lşığı’ dedik. Amacım biraz önce bahsettiğim müzikle çocukların aç kalmasını engellemek. Onları çok sesli müzikle doyurarak konuşarak anlaşmalarını, dövüşmemelerini sağlamak. İçlerini, yüreklerini aydınlatmak. "Beni de fark ediyorlar ve beni de seven var’ dedirtmek. Ve belki de bu koro dünyada tek. Venezuella’da kurulan sokak çocukları senfonisi var "El Sistema" diye bir senfoni ve idarecisi de sokak çocuğu. Kıyaslanamaz belki ama bizim yaptığımız işin de dünyada bir eşi yok. Dolayısı ile şöyle düşünüyorum. Eğer dünyaya geldiysek fark edilmek isteyenleri fark edelim. Onlara dokunarak onları fark ettiğimizi hissettirelim. İki lokma ekmeğimiz varsa birini onlara karşılıksız olarak verelim. O da yoksa hepimizde olan şeyi, yani sevgimizi paylaşalım. Ve her zaman üretelim..."