Ahmet Coşar | MERSİN’DEN BİR İSTANBUL BEYEFENDİSİ GEÇTİ: SUDİ REHA ABAÇ | MERSİN MOZAİK
Ahmet Coşar

Ahmet Coşar

MERSİN’DEN BİR İSTANBUL BEYEFENDİSİ GEÇTİ: SUDİ REHA ABAÇ


Sudi Abiyi tanıdığımda 22 yaşındaydım. Hukuk Fakültesini yeni bitirmiştim. Sudi Abi de oldukça kıdemli üstat bir avukattı. Fakülteyi bitirdikten sonra staj yapmam gerekiyordu. Annem Özel Akdeniz Hastanesi’nde hemşireydi. Sudi Bey’in de annesi o hastanede hasta olarak yatmış ayrıca Sudi Bey hastanenin de avukatıydı, dolayısıyla annemle tanışıyorlarmış, annem benden bahsedince, “Bizim yanımıza gelebilir, yardımcı oluruz yanımızda staj yapabilir.” Demiş. Annem Sudi Abi’yle beni tanıştırdı, gerçekten bir İstanbul beyefendisiydi. Giyim tarzı, konuşması, hitaplarındaki incelik, cümlelerindeki düzen ve itina çok dikkat çekiciydi. Ayrıca ileriki yıllarda onu daha çok tanıdıkça ne kadar kültürlü olduğunu da anlayıp, hayranlık duyacaktım. Kısa sürede birbirimizi çok sevdik, kaynaştık ama beni bir zorluk bekliyordu çünkü Mersin’de amcam da avukattı. Amcamın yanına da gidip geliyordum dolayısıyla stajı amcamın yanında mı yapmalıydım yoksa çok sevmiş olduğum Sudi Bey’in yanında mı yapmalıydım? Bu beni epeyce zorladı, uzunca düşünmeme sebep oldu. En sonunda bu çıkmazımı Sudi Bey’e anlattım, yine her zamanki olgunluğu ve beyefendiliğiyle orta bir yol buldu ve dedi ki “Benim yanımda resmi stajyer olarak gözükürsen amcana ayıp olabilir, amcan kırılabilir, sen onun yanında stajyer olarak başla, istediğin zaman bizim ofise de gel, böylece bizden de istifade edersin, onlardan da hem amcanın da gönlü kırılmamış olur.” Sudi Abi böyle söyleyince ben amcamın yanında resmi olarak staja başladım ama zamanımın fazlaca kısmını Sudi beyin yanında geçiriyordum. Az önce dediğim gibi Hukuk konusunun ötesinde onunla aramızda bir anlamda arkadaşlık, bir anlamda baba oğul ilişkisi de çok hızlı bir şekilde gelişmişti.

Hiçbir şey söylemeden, oturup ciddi ciddi nasihat edip sıkmadan, davranışlarıyla konuşmasıyla, cümle aralarına serpiştirdiği uyarılarla benim gelişmeme çok katkısı oldu. Bir avukatın nasıl giyinmesi gerektiği konusunda da iyi bir örnekti benim için. Konuşması aynı şekilde insanları kırmadan, düşünceli, söylemeden önce düşünerek nasıl konuşulması gerektiğine dair güzel bir örnekti. Tabi onu tanıdıkça birazcık geçmişini dinleme ve öğrenme fırsatım oldu. Sudi Beyin anne ve babası İstanbul’da yaşarken bir sebeple gelip Mersin’e yerleşmişler. Sudi beyler iki kardeşti, Nuri Abaç ve Sudi Deha Abaç, Nuri Abi, Sudi abinin abisiydi. O Ankara’da yaşıyordu, o da çok önemli bir insandır, mimar olmasına rağmen resim sanatında çok ilerlemiştir, resimle ilgili ansiklopedilere girecek kadar ünlü bir ressam olmuştur, Türk minyatür sanatını resim sanatıyla birleştirip değişik bir ekol oluşturmuş birisidir. Nuri abi Mersin’e geldiği zamanlarda herhalde onunla üç dört defa karşılaştım. Sudi Abiyle ise ilişkimiz vefatına kadar hiç bitmedi. Uzun yıllar boyunca hem arkadaşlık ,hem baba oğul ilişkimiz devam etti. Bu zaman içerisinde ben Sudi Abinin hiç kimseye bağırdığını duymadım, hiç kimseye hakaret ettiğini duymadım, gıyabında dahi olsa birisi hakkında onur kırıcı konuştuğunu duymadım. En sinirlenilmesi gereken olaylar olduğu zaman bile gülümseyerek, işin içine biraz espri katarak, olayı yumuşatarak anlatırdı.

Ben stajımı bitirdikten sonra askere gittim. Askerliğimi yedek subay olarak yapıp döneceğim zaman, annem Sudi Beyle görüşmüş, bağımsız çalışmak istediğimi ve bir ofise ihtiyacım olduğunu söylemiş. Sudi Bey o zamanlar Türk Hava Kurumu İş Hanı'nda, Türk Hava Kurumu'nun Mersin Başkanıydı. Orada ofisler olduğunu hatta THK’nun bazı demirbaş eşyalarını da ihaleyle satışa çıkaracaklarını söylemiş, ben yardımcı olurum demiş. Ben daha gelmeden bir ofis kiralaması konusunda anneme yardımcı olmuş, bazı masa sandalye gibi demirbaş eşyaları da ihaleyle anneme satışını yapmışlar, kısacası ben gelmeden önce Sudi Beylerin alt katında bir ofis beni bekliyordu.

Benim için zor yıllardı çünkü ben yedek subaylığımı askeri savcı olarak yaptım, çok iyi bir maaş alıyordum, yedek subay maaşının üzerine yargı tazminatı, keşif parası vs. o dönemde nerdeyse bir albayın aldığı maaşı alıyordum. Albayın aldığı maaşı alırken de diğer yandan nerdeyse hiçbir giderim yoktu, çok ucuz yiyip içiyordum, çok ucuz barınıyordum, misafirhanede kalıyordum. Geldim avukatlığa başladım, en yakın arkadaşlarımın bile ofis açtığımdan haberleri yoktu o zaman, daha cep telefonu yoktu whats up yoktu vs. Dolayısıyla hem bir anda parasız kaldım hem de çok hareketli bir iş yaşamından çok durgun bir iş hayatına başladım. Bu sırada evliydim ve bir de çocuğumuz vardı. Ofiste akşama kadar oturup bekliyordum, o döneme ait hiç unutmadığım bir anım var. Annemin iş yeri THK’na çok yakındı, Bir gün annem üstünde üniformasıyla yanıma geldi, “ne yapıyorsun?” dedi. Dedim “Sinek avlıyorum, sıkılıyorum ve gazetenin ölüm ilanlarına kadar okuyorum” Annem dedi ki “Hiç üzülme bir gün gelecek sen bu gazetenin ilk sayfasını bile okuyamayacak hale geleceksin.” Bana bir ümit verdi ve gitti. O dönemde Sudi Abi de, bana sözleriyle çok destek verdi; sabretmem gerektiğini, tanınmamın zaman alacağını, bu işin yavaş yavaş gelişeceğini, ilk üç yıl bu meslekten pek bir şey beklememem gerektiğini anlattı. Telefon çektirmiştim ofise, bir telefon makinesi alacak param bile yoktu. Sudi Abi bana emanet bir telefon vermişti, ahizesi üzerinde askı şeklinde duran klasik çevirmeli bir telefon, çok severdim o telefonu, aradan yıllar geçtikten sonra yeni telefonlar alacak param olduğu halde o telefonu sevdiğim için hiç değiştirmedim. Sudi Abi geri istediğinde de çok üzülerek geri vermek durumunda kaldım.

Sudi Abi benim bazı sosyal çevrelere girmeme vesile oldu. Böylece daha çok tanınacağımın ve kültürümün de artacağının farkındaydı. Mesela İçel Sanat Kulübünün kurucularındandı, beni bu kulübe üye yaptı, THK’na üye yaptığı gibi aynı zamanda da THK’nun ülke çapındaki genel kurultayına beni Mersin delegesi seçtirdi. Böylece onunla Ankara’da toplantılara gitmeye başladım. İçel Sanat kulübünün toplantılarına ve etkinliklerine de birlikte katılmaya başladık. Sudi Abi bir avukat olmasına rağmen vaktiyle çok karikatür çizmiş, hatta bir karikatür kitabı bile vardı. Birlikte resim sergilerine giderdik, kokteyl ve açılışlara giderdik, onun siyasi bir geçmişi de vardı, o tarafları da biraz empoze ettiyse de siyaset bana çok uymadığı için o konulara fazla girmedim.

Annemin ve Sudi Abi’nin söylediği gibi zaman içerisinde avukatlığım gelişti, müvekkillerim arttı ve beş yıl süreyle THK’nda kiracı olarak kaldıktan sonra ortağım Recep Gürbüz’le beraber ki o zaman yani THK binasından ayrılacağım zaman ortak olduk. Yeni bir ofis aldık. Sudi Abi hiç oralardan uzaklaşmamızı istemediği için, THK ile aynı sokakta, THK’nun birkaç yüz metre ilerisinde bir ofis satın aldık. O yeni ofise de hediyesini alıp ziyaretimize gelmişti.

On beş günde bir, bir arkadaşlarının evinde yaptıkları yemekli bir toplantı vardı, o toplantıya beni de dahil etmişti. Hepsinin yaşı benden çok büyüktü. Sudi Abi benim babam yaşındaydı. Onun arkadaşları da aşağı yukarı o yaştalardı. Ben içlerinde çok gençtim ama onların sohbetlerinden çok şeyler öğrendim. Onların genel kültürlerinden çok yararlandım. İleriki yıllarda ben Baro yönetimine seçildim, iki dönem yönetim kurulu üyeliği yaptım. Çocuklarım oldu, onlar büyüdüler, onların Sudi Dedeleriydi. Sudi Abi evimize girip çıkardı, ailedeki herkesi sevindirirdi. Ailem, annem herkes Sudi Abiyi tanır ve çok severdi. Çok saydığım çok sevdiğim hala da çok hasretle özlediğim bir insandır. Nurlar içinde yatsın, mekanı cennet olsun inşallah. Aramızdan ayrılalı yıllar oldu ama hatırası hep canlı kaldı hatta bana hediye ettiği bir kartal heykeli vardı, onu hala ofisimde saklar, bakarım ama o olmasaydı da bana o kadar çok şey öğretti ki, sıklıkla aklıma gelir, gönlümde yer alır ona dua ederim.



ARŞİV YAZILAR