Bedir Solmaz | Vah Türkiye’m vah... | MERSİN MOZAİK
Bedir Solmaz

Bedir Solmaz

Vah Türkiye’m vah...


Akdeniz’i ışıtan güneş kendini iyice hissettirmeye başladı. Baharın geldiğini ağaçların yaprak ve çiçeğe durmasının yanı sıra, öğrencilerin açılıp saçılmasından da anlıyoruz. Kimi kısa kollu giymiş, kiminin elinde dondurma; gençliklerinin tadını çıkarıyorlar…

Tabiat ananın tohumladığı yeni dirimleri cömertçe sunduğu şu günlerde, insan olmanın gereklerini yerine getirememenin verdiği utancın içimdeki umut tomurcuklarını soldurduğunu duyumsuyorum…

Güneş sırtımı ısıtsa da gönlüm üşüyor…

Üzerinde hoyratça tepindiğimiz doğa bizlere inat her koşulda işlevini yerine getirirken, planlama yetisine sahip olan biz sözde akıllı insanlar, bırakın yeni kazanımları, tarafımıza emanet edilen değerleri bile korumaktan uzağız.

Kötü gidişat mızrak gibi gözlere batarken, çoğunluğun yüzünde sırıtan maskeler…

Mevsim bahar, yarın 23 Nisan olsa da, Ulusal Egemenlik ve çocuklarımızın geleceğine yönelik yeni şeyler söyleme hakkını göremiyorum kendimde; çünkü aşındırdığımız değerlere dair bugüne kadar o kadar çok şey yazılıp çizildi ki, ucu ucuna eklense dünyanın çevresini kaç kez döner bilinmez…

Biz büyüklerin engin başarıları sayesinde doğar doğmaz ödeyemeyecekleri borcun,  kaldıramayacakları yükümlülükleri üstlenen çocuklarımızın geleceği karanlık mı karanlık! 

Karamsarlığın sarmalında dönerken geçmişin derinliklerine dalıyorum…

Bugün memleketin her yerinde 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı kutlanıyor. ‘Bizin çocuklar baba şefkatinden yoksun olarak bayramlarını nasıl kutluyorlardır acaba? ‘ diye düşünerek vuruyorum voltayı. Çocuklarıma gitmek istedi ayaklarım, yüzlerce binlerce babayla birlikte. Koğuşta televizyon açılmış olmalı ki sesi gelmeye başladı. Televizyonda da olsa çocukları görmek için koğuşa yöneldim. Çocuklar şiir okuyor. Hepsi hayat dolu, gelecek vaad ediyorlar. Koğuştaki 70 kişinin gözüyle baktım onlara. Bizim çocuklar yoktu aralarında. Televizyondaki görüntülerin aksine,  kapısı kırık dökük, üstü çinko, badanasız, olan da solmuş duvar diplerinde oynayan boynu bükük, gözleri çapaklı çocuklar canlanıyor zihnimde. Arkadaşın dokunuşuyla daldığım düşüncelerden kopup televizyondaki görüntülere odaklanıyorum. Ekranda da olsa kanım kaynıyor çocuklara. Benim olmuş olmamış ne fark eder, çocuk çocuktur...

Ekranda oynayan çocukları hayranlıkla izlerken ismim okundu. Mektubum gelmişti. Açıp bir solukta okudum. Çocuklarımın iyi olup oynadıklarını yazmış anaları. Çocuklarımdan ayrı olmama karşın bir çocuk gibi sevindim.

Daha sonra gazeteye göz attım. Mamak Askeri Cezaevi’nde bayram nedeniyle açık görüş kararı alınmış. Uygulamanın tüm cezaevlerini kapsamasını dileğiyle, çocuklar adına mutluluk duydum...

Ne güzel şey çocukların babasına anasına sarılması, anaların babaların da çocuklarını öpüp koklaması. Bu tadı ne kadar çok özlediğimi duyumsayıp çaresizliğime üzüldüm. 23.04.1983.E Tipi Cezaevi Mersin

Evet, aradan 41 yıl geçmiş…

Savrulduğumuz süreç daha yakıcı…

O günün çocukları birer yetişkin şimdilerde, tabii kimileri de cezaevlerinde…

Sayısını azaltmak yerine artırdığımız cezaevleri, çocuklarına hasret ana babalarla dolu; dışarıda da ana baba şefkatinden uzak binler, on binlerce çocuk...

Meydanlar ise hak ve adaleti diline tespih yapmış sözde devlet adamı, politikacı esnafından geçilmiyor..

İşin garip tarafı herifçioğulları iyi de prim yapıyor!

Vah Türkiye’m vah...

Bahar gelmiş, bayram günüymüş neyleyim... 

Gönlüm üşüyor...



ARŞİV YAZILAR