“…Şairim / Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası / Ayak seslerinden tanırım / Ne zaman bir köy türküsü duysam / Şairliğimden utanırım
Şairim / Şiirin gerçeğini köy türkülerimizde bulmuşum / Türkülerle yunmuş yıkanmış dilim / Onlarla ağlamış, onlarla gülmüşüm…” der Bedri Rahmi Eyüboğlu.
Bir zamanlar şiirler, romanlar, öyküler ve özdeyişlerde ağırlıklı yer tutan “utanmak” kavramı, günümüz dünyasında çoktan bir köşeye atıldı.
Utanmak mı?
O da ne ki?
Toplumda yediden yetmişe çok kimse utanmıyor artık. Karnını doyurmak için hırsızlık yapan kendince haklı olarak ”Beni bu halleri düşüren utansın...” deyip bir anlamda haklı olarak sıyrılıyor işin içinden.
Büyük vurguncunun ar damarı zaten çatlamış!
Eskiden bırakın yolsuzluk söylentisini verdiği sözü yerine getiremeyen kimse duyduğu utancın altında ezilirdi.
Ya şimdi?
Topluma karşı sorumluluk makamını işgal eden koca koca sözde devlet adamları desteksiz atıyor...
Aldığı kararlar, yerine getiremediği sözler başkalarına zarar veriyormuş, insanlığa olan güven sarsılıyormuş kimin umurunda!
Dün söylediğini bugün inkâr ediyor; adamdaki yüz değil manda derisi. Suratına tükürsen “Yağmur yağdı...” diyor.
Kimisinin hedefi koltukta biraz daha uzun süre oturmak, kiminki günü kurtarmak…
Utanmak mı?
Çok kişinin sözcük dağarcığında yer almıyor artık…
Oysa insanlığın başlangıç noktasıdır utanmak...
En acımasız, en yüz kızartıcı olaylar bile kamuoyunun gündeminde yer tutup yaptırım gücü olan eylemlere dönüşmüyor; unutuluyor, unutturuluyor…
Yaşananlar da gösteriyor ki, gelişen teknolojiye paralel olarak metalaşan toplum ilişkilerinde insanlığın en güzel hasleti olan “utanmak” sözde uygar dünyada varlık ortamı bulamıyor...
Uygarlaştığı söylenen dünya yangın yeri gibi!
Utanmayı unutanların ar damarı öylesine çatlamış ki, hem kendi çıkarları uğruna savaş tetikleyip insanları birbirine kırdırıyorlar hem de kanlı ellerine bakmadan insan hakları savunucusu kılığına girip en usta oyunculara taş çıkartacak rolleri kesebiliyorlar!
Bu utanmazların yüzsüzlüğüne mi kızalım, yoksa milyarların boyun eğmişliğine mi yanalım?
Hadi dünya egemenlerine gücümüz yetmiyor diyelim; ya günlük yaşantımızda tanık olduğumuz küçük çabalarla önüne geçebileceğimiz haksızlıklara ne demeli?
Görmüyoruz, duymuyoruz; görüp duysak da “Bana değmeyen yılan bin yaşasın...” deyip geçiyoruz!
İnsana değer verildiği dönemlerde, “Sakın ola ki karşındakini utandırma, sen utan...”derlermiş.
Ne acıdır ki o günleri de özlemle arıyoruz artık!