Ahmet Coşar | AŞK | MERSİN MOZAİK
Ahmet Coşar

Ahmet Coşar

AŞK


 

İsmini söylemek veya duymak bile insanın içerisinde güzel duygulara sebep oluyor.  İnsana insan olduğunu hissettiren önemli duygulardan biri, aşk …

 

Arapça bir kelime olan “aşk” bir sarmaşık türünün adıdır. Aşk, her şeye karşı duyulan aşırı sevgi, bağlılık ve istek demektir.

 

“Aşk, kimseye ihtiyacı olmayan Allah’ın sıfatlarındandır, ondan başkasına aşık olmak mecazi aşktır; gelip geçici bir hevestir” der, Hz. Mevlana.

 

Aşk, mecazi aşk ve ilahi aşk olarak ikiye ayrılır.  Aşk-ı mecazi dünya nimetlerine duyulan bir aşktır ki, Hz.Mevlana ve diğer mutasavvuflara göre geçici bir bağlanmadır. Asıl tutulması gereken yol Aşk-ı İlahi’dir. Yani Cenab-ı Allah’a duyulması gereken aşırı sevgi ve bağlılıktır. Hz.Mevlana mecazi aşkın da ilahi aşka köprü olacağını söyleyerek, hoşgörür.

 

Bir hususu açıklığa kavuşturmakta fayda var. Basit hoşlanmalar, cinsel arzular vs. günümüzde aşk olarak söylenmekte ise de bunların kanımızca aşkla bir ilgisi bulunmamaktadır. Aşk yüce ve temiz bir duygudur. Günümüzde olduğu gibi öyle hemencecik geçip gitmez. Aşkta hesap kitap yoktur, karşılıklılık şart değildir. Aşığın duyguları maşukunun davranışlarına göre değişmez. Aşıka göre maşukunun lütfu da kahrı da hoştur.

 

Mevlana’ya göre yalnız Allah kalıcıdır (bakidir). O’ndan başka her şey yok olacağına göre, yok olacak şeylere duyulan aşk da gerçek aşk olamaz.

 

“Berrak sudan daha temiz bir aşkım var. Bu aşk oyunu şehvetle ilgili olmadığı için bana haram değildir.

Aşk başkalarını şekilden şekile sokar, halden hale kor. Halbuki benim aşkım geçici olmadığı gibi sevgime de zeval yoktur. O ölümsüzdür.”

 

Hz. Mevlana “İnsaf et, aşk güzel bir iştir. Onun bozulması, güzelliğini kaybetmesi tabiatın kötü niyetli oluşundandır. Sen kendi şehvetini aşk diye adlandırmışsın, ona aşk adını koymuşsun. Halbuki şehvetten kurtulup, gerçek aşk’a ulaşabilmek için uzun yollardan geçmen gerekir.” Der.

 

Hz.Mevlana yine ilahi aşk’ı tarif ederken şu cümlelere yer verir:

“Aşk göklere uçmak, heran yüzlerce perdeyi yırtmaktır. Aşk öncelikle kendini nefsin isteklerinden kurtarmak, nefsani yollardan yürümekten vazgeçip, dünya nimetlerini görmezlikten gelmektir. Aşk insanın geldiği ve tekrar döneceği mekanı düşünmesi ve kendini tanımaya çalışmasıdır.

 

İnsan bu dünyada mecazi aşkı yaşarken bile hesapsız kitapsız seviyor. Sevdiğinin her istediğini yapabilmek için elinden gelen herşeyi yapıyor. Tüm uyarılara kulaklarını tıkıyor. İlahi aşka ulaşan kul ise tüm imkanlarını, arzu ve isteklerini Rabbinin istekleri doğrultusunda seferber eder. Kendine ait arzu ve istekleri kalmamıştır. Sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) sevdiği zaman allah için sevmiş, buğuz ettiği zaman ise Allah için etmiştir. En tatlı varlığı olan canını bile seve seve O’nun yolunda ortaya koymuştur. Buna karşılık Rabbilalemin de Kur’an-ı mecidin pek çok ayetinde efendimize “habibim” yani sevgilim diye hitap etmiştir.

 

Aşk yolu meşakkatli ve çileli bir yoldur. Bu konu ile ilgili Hz.Mevlana;

Aşk davaya benzer, cefa çekmekte şahide. Şahidin yoksa davayı kazanamazsın ki!

Kadı senden şahit isterse incinme. Yılanı öp ki hazineyi elde edesin!

Zaten cefa sana değildir ey oğul… sendeki kötü huyadır.

Sopayla kilime vuran, kilimi dövmez, tozlarını silkeler! (mesnevi III.cilt, 4009-

 

 

Aşk yolu belalıdır, her kârı cefalıdır,

Canından ümit kes, canana erem dersem. Hz. Niyazi Mısri

 

Hz. Mevlana aşksız geçen ömrü ömürden saymaz. Nasıl bu dünyada insan sevdiğine kavuşunca sevinip mutlu olursa, allah aşıkları da manen Hakka ulaşınca dertlerden kurtulur, sevinip mutlu olurlar. Bundan dolayıdır ki, “öldüğüm zaman bana ağlama vah vah deme. Sevgilisine kavuşana üzülünmez. O benim düğün gecemdir. (şeb-i aruz). Nefsime, şeytana uyduğumu görürsen, ona üzül.” Demiştir.

 

Yine hz. Mevlana’ya  göre “akıl bu aşkı anlayamaz. Gerçek aşık olmayan kişi de bu aşıklığın tadını ve özelliğini bilemez. Kalem bile bu aşkı yazmaya kalksa ortadan yarılır işi yarım kalır.” Onun içindir ki aşıklar bu güne kadar hep kınanmışlardır.

 

Bir başka rubaisinde ise sevginin gücünü şöyle anlatır:

 

Sevgiden acılar tatlılaşır,

Sevgiden bakırlar altın olur,

Sevgiden bulanık sular arı duru su olur,

Sevgiden dertler şifa bulur,

Sevgiden ölü dirilir, sevgiden padişahlar kul olur.

 

Bütün bu sözlerden anlıyoruz ki; insan aşk sayesinde nefsini terbiye edip, kötü huylardan arınıp, yaradılışındaki güzelliğe yönelir. Yani nefsi terbiye etmeden gerçek aşka ulaşamaz.

 

Aşk sonradan kazanılan bir şey değil, ilahi bir vergidir. Allah’ı seven kimseler, Allahın sevdiği kimselerdir. Maide suresi 5/54 de cenab-ı Allah:” allah onları sever, onlarda allahı severler” buyurmaktadır.

Aşk bizim yaratılış mayamızda vardır.

 

Hz. Pir bu mealde; anamız aşk, babamız aşk, aşkdan doğduk, aşkız biz” demektedir.

 

Aşk’ı kelimelerle ifade etmek mümkün değildir. Gönüle ait bir konuyu akılla anlayabilmek de imkansizdır. Bunun için şair Abdurrahim Karakoç mihriban şiirinde “aşk deyince kalem elden düşüyor, gözlerim görmüyor, aklım şaşıyor” demektedir. Hz. Pir ise, “Ey arkadaş! Aşık, halis ve saf şarabı kendinde bulur, onunla gıdalanırsa bu makamda akıl kaybolur, yani bu sırra akıl ermez.” Demektedir. Ve insan aklının zeki, bilici fakat varlığından fani olmadığı için, hal bahislerinde bir hiçten ibaret olduğunu söyler. Halis aşk aklın üstünde bir neşedir. Akıl aşkın zevkinden sırrı alamadığı için, onu bilmek ister, fakat bilemez. Ne yazık ki, insan bilemediklerinin düşmanıdır, ve bilemediklerinden korkar. Akıl da aşkın kudret ve yüceliğini idrak edemeyince ona düşman kesilir. Bunu biraz da tabii karşılamak gerekir.Cüzi akıl vücüdun malıdır, varlığından geçmemiş, henüz vahdette fani olmak sırrına erememiştir. Bu noktada hz. Mevlana: Adem iblis benzetmesine yer verir:

“Akıl ve zeka taslamak iblis’tendir, Aşk ise Adem’den. Kur’an-ı Kerime göre; şeytan “ben daha üstünüm, beni ateşten, onu topraktan yarattın” diyerek üstünlük davasına girişmiş ve sonuçta lanetlenmiştir. Adem (as) ise Rabbine aşık idi, hizmet ve itaatte bahane aramayıp, sır-ı kazayı bilmesine ragmen, “rabbimiz, biz nefsimize zulmettik” diyerek hatasını Kabul etti.

 

 

 

Al-i Imran suresi 3/92 ayetlerde “sevdiğiniz şeylerden sarf etmedikçe, iyiliğe erişemezsiniz.”  İnsanın en kıymetli varlığı canıdır.  Gerçek aşkta canın sözü bile olmaz. Aşıkın nesi varsa maşuka fedadır. AŞK İDDİA DEĞİL İSPAT İSTER.

 

Hz. Mevlana; “aşk öyle bir alevdir ki bir parladımı, maşuktan başka ne varsa hepsini yakar.” (mesnevi, V.cilt, 598)

 

Aşk, akıl gibi küçük hesaplara takılıp kalmaz, pervasızdır, geniş ufukludur :

“Akıl ümitsizlik yoluna gider mi hiç? Aşk lazım ki, o tarafa koşsun! Hiçbir şeye aldırmayan aşktır, akıl değil. Akıl, faydalanacağı şeyi arar. Aşk yılmaz, canını sakınmaz, utanma nedir bilmez. Değirmen taşının altına girmiş gibi belalara uğrar, sabreder. “ (Mesnevi, VI.Cilt, 1966-1969)

“Aşıklara heran bir ölüm vardır. Aşıkların ölümü bir çeşit değil” (Mesnevi, III. Cilt, 3835)

 

Hz.Mevlana da selefleri gibi, aşkın ilahi menşe’li olduğuna dikkati çeker :

“Akıllar bu sırra ermezler, kapı dışında kalırlar.Aşk karşısında kıl kadar bile korku yoktur. Aşk mezhebinde herkes kurbandır. Aşk Allah sıfatıdır. Kur’anda “Allah onları sever, onlarda Allah’ı severler.” buyurulur. “Şu halde muhabbeti Allah sıfatı bil.”

 

ACILAR SEVGİYLE TATLILAŞIR

Lokman,  işinde becerikli sadık ve sevilen bir köleydi. Efendisi ona oğullarından daha çok güvenirdi. Çünkü o, görünüşte köleydi ama nefsinin efendisiydi. Efendisi, ondaki bu olgunluğun farkındaydı.

Lokman’ı azat etmek için uygun bir fırsat kolluyordu. Efendinin önüne yemek geldiğinde, Lokman’ı çağırır, önce onun yemesini isterdi. Onun yiyip içtiklerini zevkle yer, yemediklerine elini sürmezdi.

Bir gün, efendiye bir kavun hediye getirdiler. Her zaman olduğu gibi Lokman’ı çağırttı.

Kavundan bir dilim kesipLokman’a uzattı. Lokman, ikram edilen kavunu iştahla yedi.

Efendi bir dilim daha verdi. Lokman, aynı şekilde onu da yiyip bitirdi.

Efendi Lokman’ın kavunu iştahla yediğini görünce, çok sevdiğini düşünerek, bir dilim kalasıya kadar hepsini ikram etti.

Son kalan dilimi ağzına götürüp  bir lokma alınca, kavunun tadının zehir gibi olduğunu fark etti.

Kavunun acılığından gözünden ateş çıktı, boğazı yandı, dili kabardı.

Ağzındaki acılık gittikten sonra, Lokman’a “Böyle acı kavunu nasıl iştahla yedin ?” diye sordu.

Lokman,” Efendim! Bu güne kadar sizin birçok güzel ikramınıza nail oldum. Acı olduğunu bilmeyerek verdiğiniz bu ikramı, geri çevirmekten utandım. Ayrıca size olan sevgim, kavunun acılığını bana hissettirmedi.”

Acılar, sevgiyle tatlılaşır. Bulanmışlar, sevgiyle durulur. Dertler sevgiyle devasını bulur. Sevgi, padişahı sevidiğine köle yapar.

 

Akıl ve aşk mukayesesinde Mesnevi bir deniz yolculuğu misali verir. Denizde iki şekilde yol almak mümkündür. Yüzerek veya bir gemiye binerek. Yüzmek bir meziyettir, ama uzun bir yolculuk için kafi değildir, sonunda yorulmak mukadderdir. İşte akıl ve zeka denizde yüzgeçliğe benzer. O halde Hz.Mevlana “Yüzgeçliği bırak, kibirden, kinden vazgeç; bu ırmak değil, denizdir deniz! Aşk, ileri , gidenler için gemiye benzer, gemiye binen kişinin bir afete uğraması nadirdir, çok defa kurtulur. (Mesnevi,IV.Cilt, 1402-1405). AŞK YOLUNUN BU GÜVENLİ, NEŞELİ, COŞKUN HALİNDEN DOLAYIDIR Kİ MEVLEVİLER BİRBİRLERİNE SIKLIKLA “AŞK-I NİYAZ EDERİZ. DİYEREK DUA EDERLER.

 

Aklın zaaflarından biride benlik ve gurura kapılmasıdır. Hz.Mevlana Hz.Nuh’un oğullarından Kenan’ın durumunu hatırlatır: “Kenan gibi gemiden baş çekme, ona da zekası ve aklı bu gururu vermiş, aldatmıştı. Keşke o yüzme öğrenmeseydi de Nuh’a minnet edip gemiye binseydi!”

                                                                                    (Mesnevi,IV,Cilt,1409-1416)

Kimde aşk endişesi yoksa , o kanatsız kalmış bir kuş gibidir, vah ona!

Her ne kadar dille anlatmak aydınlatıcı ise de dile gelmeyen aşk, daha parlaktır.

Tasavvuf düşüncesine göre, akıl bağımlıdır. Aşk ve muhabbetin mahalli olan kalp ise bağımlı değildir. “Kalp, akıl tavrının ötesindedir. Hakk’ın gerçekten bilinmesi de ancak kalp ile olur.”

Onun içindir ki, mutasavvıflar kudsi hadis olarak zikredilen şu söze çok değer verirler. “Ben göge ve yere sığmam , fakat Mü’min kulumun kalbine sığarım.”

 

Netice olarak, Hz. Mevlana’ya göre akıl dünyevi işlerimizde fevkalade yararlıysa da, mahiyeti icabı o ilahi hakikatlere ulaşmada ve Hakk’a vuslatta ayak bağı olabilir. Bu ulvi yolculuk için başka bir vasıta gerektir ki , o da ilahi aşktır.

 Aşk izah edilemez, aşk sezilir, yaşanır. Aşk insan oğluna verilmiş lütuftur. Aşk her durum ve her halde Hakk’a götüren yoldur. “Cihanın her Cüz’ü her şey aşktır.” Her şey sevgili ile buluşmak için çırpınır durur. Her şey buluşma sarhoşudur. Kehribarın saman çöpünü dilemesi, çekmesi gibi, alemde her cüz’de kendi çiftini eşini dilemektir. Her şeyde O bulunduğundan bütün sevgililer O’na aittir.

 

Sözlerimi Hz.Mevlana’nın bir gazeli ile tamamlamak isterim.

 

Sen padişah oğlusun;

Sana beylik yakışmaz…

Bırak şu sersemliği, aklını başına al; aşık ol, aşık!

Sen Padişah oğlusun, bu esirlik ne zamana kadar sürecek?

Bir padişah oğluna beylik de yakışmaz, vezirlik de!

O gördüğün (dünyalık) beylik var ya!

Gerçek beylik değil, ecel beyliğidir o , ecel!

Bu fani dünyada vezirlik elde edemedinse ne çıkar?

Sen insan kılığına girmiş Allah arslanısın;

Mademki Allah’ın nuruyla aydınlanmadasın,

Beyliğin de vezirliğinde ne önemi var!

Sevgilinin değeri, onu sevenin sevgisi ile ölçülür.

Ey aşık! Sen de kendini bir sorgula bakalım;

Kendi değerin ne kadar?

 

Hayra karşı olunuz, aşk-ı niyaz ederim, efendim.

 



ARŞİV YAZILAR