VATAN, TERÖRSÜZ GELECEK
Vatan... Sadece bir coğrafya değildir. Haritalarda çizilen sınırların ötesinde, hafızalara kazınmış anılar, paylaşılan sevinçler ve ortak acılarla anlam kazanır. Toprağı kıymetli yapan, üzerinde yaşananlardır: bir köyde yanan soba, bayram sabahı uyanan çocuklar, şehit düşen bir askerin geride bıraktığı mektup...
Her taşında bir hikâye olan bu topraklar, sadece doğduğumuz yer değil; uğruna yaşanacak ve korunacak büyük bir mirastır. Vatanı sevmek yalnızca duygusal bir bağlılık değil, aynı zamanda sorumluluk bilinciyle hareket etmeyi de gerektirir.
Son günlerde sıkça dile getirilen “terörsüz Türkiye” özlemi, toplumun en derin yaralarından birine duyulan hasretin ifadesidir. Hepimiz, çocukların korkusuzca büyüdüğü, anaların ağlamadığı, gençlerin silah sesleri yerine umutla hayata tutunduğu bir ülke istemekteyiz. Ancak bu süreçte, vatan uğruna can veren şehitlerimizin ve onların geride bıraktığı ailelerin acılarına saygısızlık edecek tutumlardan da özenle kaçınılmalıdır. Barış, geçmişi inkâr etmek değil; o acıların tekrarlanmaması için ortak irade göstermektir. Gerçek barış, hem hatıralara sadakat hem geleceğe umut taşır.
Ne var ki, bu hayalin gerçekleşmesinin önündeki en büyük engellerden biri, yıllardır bölgede etkisini sürdüren Büyük Ortadoğu Projesi olmuştur. Demokrasi ve özgürlük vaatleriyle sunulan bu proje, gerçekte Ortadoğu’yu istikrarsızlık batağına sürüklemiş, halkları parçalamış, etnik ve mezhepsel çatışmaları körüklemiştir. Bu yapay müdahaleler, Türkiye’nin güney sınırlarında terör unsurlarının palazlanmasına neden olmuş, ülkemizi sürekli bir güvenlik tehdidiyle karşı karşıya bırakmıştır. Büyük Ortadoğu Projesi’nin bölgeye verdiği zararlar, Türkiye’nin terörle mücadelesini daha da karmaşık hâle getirmiştir.
Bu sebeple, yaşananlardan ders çıkarılarak terörsüz Türkiye süreci dikkatle yönetilmelidir. Bu hedef, sadece siyasi söylemlerle değil, adaletli ve kararlı politikalarla desteklenmelidir. Terörsüz bir gelecek, anayasa değişikliği gibi dar siyasal hesapların zeminine indirgenemez. Eğer bu umut, siyasi taktiklere malzeme yapılırsa; toplumda oluşan güven ve dayanışma zedelenir. Oysa ki bu mücadele, halkın ortak vicdanına hitap eden, uzun vadeli bir devlet politikası olarak yürütülmelidir.
Ayrıca bu süreçte, sadece iktidarın değil, muhalefetin de katkısı alınmalı; terörle mücadele, toplumsal uzlaşı temelinde yürütülmelidir. Böylesine derin ve hayati bir mesele, siyaset üstü bir ciddiyetle ele alınmalıdır. İçeride ise siyasette huzur ve güven ortamı sağlanmalı; demokratikleşme yönünde kararlı adımlar atılmalıdır. Düşünce ve ifade özgürlüğü, yargı bağımsızlığı, farklı kesimlerin temsil hakkı gibi alanlarda yapılacak reformlar, toplumsal dayanışmayı güçlendirecektir. Çünkü barış ve demokrasi, birbirine yaslanarak büyür. Biri olmadan diğeri nefes alamaz.
Sonuç olarak, vatanı sevmek; sadece onu savunmakla değil, aynı zamanda onu huzurla yaşanabilir kılmakla mümkündür. Terörsüz bir Türkiye için atılacak her adım, sadece güvenliği değil, toplumsal adaleti, demokrasiyi ve vicdanı da içinde taşımalıdır. Ancak o zaman bu topraklar, geçmişin acılarını iyileştiren, geleceğe umut taşıyan bir vatana dönüşebilir.