Paylaşmanın güzelliği…
Dünya, dünyalar vardır kişinin içinde; yazın ortasında Hasan Dağı kadar karlı, kışın en soğuk günlerinde Mersin sahilleri kadar ılıktır…
Sahi siz, Hasan dağı deyince neyi anımsıyorsunuz?
Orta Anadolu’da, eteğinden git git bitmez bir dağ değil mi?
Ancak ben, ne zaman oradan geçsem Cumhuriyet gazetesi yazarlarından Mehmet Kemal ve Ruhi Su mıh gibi çakılıyor belleğime.
Hani, uzun yıllar ülkenin selametini tehdit eden kominiz vardı; hani, kapının arkasına asılan şapka edebiyatıyla gündemde tutulmuştu, bugün suç olmaktan çıkarılan o sözde tehdit, geçmişte insan onurunu ve emeğin yüceliğini savunan aydınların sırtına yapıştırılıp bir bir içeri tıkılır ve yıllarca gün yüzü gösterilmezdi.
İşte o günlerin yakıcılığını Mehmet Kemal’in bir yazısına konu ettiği Hasan Dağı öyküsünden öğrenmiştim.
Tam anımsayamıyorum, sanırım 1950 tevkifatı olsa gererek, ülkenin temeline dinamit koyan(!) komünistler Sivas’tan Ankara’ya götürülüyorlarmış.
Sevk aracında bulunan, doğu batı fark etmez; bugün, art niyetsiz herkesin baş tacı yaptığı çığlığımızın dillendiricisi Ruhi Su, “ Hasan Dağı / Hasan Dağı / eğil eğil eğil bir bak / sıkıyor zincir bileğim / jandarmada din iman yok
Kalktı göç eyler yükümüz / gülmez ağlamaz içimiz / insan olmak mı suçumuz / insan olmak Hasan Dağı” diyerek içinde bulunduğu durumu dizelere döker.
Sonraları türkü olarak dinleyeceğimiz bu dizlerin sahibi Ruhi Su ve olaya tanıklık eden Mehmet Kemal fiziki olarak artık aramızda bulunmasalar da, eminim ki benim gibi sevenlerinin yüreğinde yaşıyorlar; yaşayacaklar da.
Düşünüyorum da, sağlıklarında gün yüzü görmeyen bu adam gibi adamların günümüzde yaşanan aydın tartışmalarına yaklaşımları ne olurdu acaba?
Dünya aynı dünya, küreselleşen sermayenin sömürüsü bütün acımasızlığıyla sürüyor; aydınlardan ışık bekleyen emekçilerin boynu daha da bükük.
Aydın geçinen solcu eskilerine bakıyorum; geçmişlerini inkâr edip kapılandıkları çevrenin nabzına göre şerbet veriyorlar.
Ancak şunu herkes çok iyi bilmelidir ki, Pir Sultan’ı astıran Hızır Paşa’lara kalmayan bu dünya, ne mazlum ulusları inim inim inleten küresel sömürücülere ne de onların yerli işbirlikçilerine kalacak.
Bu dünyaya eşkıya değil, sevgi egemen olacak!
Nazım Usta’nın dediği gibi, öyle bir gün gelecek ki, Anadolu insanı, Kürt’ü, Türk’ü, Arap’ı fark etmeksizin yârin yanağından gayrı her şeyi paylaşacak!
Bizim ülkümüz bu.
İşte o güzel günler geldiğinde, küçük çıkarlar uğruna ruhunu satanların, kendileri olmazsa da geleneklerini sürdürenlerin acaba yüzleri kızarır mı dersiniz?