Onurlu olmak büyük bedeller ödemeyi gerektiriyor…
Martın sayılı günleri de göz açıp kayıncaya geçti…
Sonra ver elini nisan ve Mersin’in en güzel günleri.
Estetikten yoksun çok katlı binaların arasında sıkışıp kalan tek tük eski evlerin bahçelerinde, çevredeki çirkin beton soğukluğuna karşı direnen narenciye ağaçlarında her biri ayrı bir güneş gibi ışıldayan turunçlar, caddelerde esen rüzgârla nazlı gelinleri kıskandırırcasına salınan palmiyeler, yol kenarlarında açan menekşe, balıkağzı, sardunya ve papatyalar…
Her ne kadar beton yığınlarıyla kuşatılmış olsa da göz alabildiğine uzayıp giden sahil şeridi.
Deniz bir durgun, bir kudurgun…
Evet, Mersin’in en güzel günleri…
Ne var ki bu güzelliklerin, çirkinliklere inat insanın içinde uyandırdığı kanatlanma isteği yaşamın dayattığı gerçekler karşısında bir anda sönüveriyor.
Mevsim ilkyaz, ancak insanlar tedirgin, canından bezmiş…
Toplumun çoğunluğunun yüzü gülmüyor; gülenlerin ise ya işi tıkırın da çektiklerinin farkında değil ya da suratına maske takılı…
Herkes açık ya da gizli bir hesabın içinde; kimileri kıt kanaat varlıklarını sürdürmenin, kimileri trilyonlarına trilyon katmanın, politikacılar ise iktidarlarını uzatmanın…
Verilen mücadelede hak hukuk arama, gücü yeten gücü yetene, orman kanunu işliyor.
Bir zamanlar onur, haysiyet, mazluma arka çıkıp zulme başkaldırma gibi değerlerimiz vardı; yüz yüze harbiden konuşmanın erdemi yaşanır, ocağa düşene kötü gözle bakılmaz, düşman bile arkadan vurulmazdı.
Sahi, ne oldu bu hasletlerimiz?
Şimdi neredeyse herkes anlık zaman diliminde kırk yalan söyleyip, söylemeye zorlanırken, bırakın başkalarının hakkına saygı göstermeyi karşısındakinin boğazındaki lokmayı söküp alıyor.
Görgüsüzlüğe yırtıcılık, saygısızlığa rahatlık ve özgürlük gömleği giydirilerek yaşamın her alanında salındırılıyor.
Her şeyi kendine hak gören gençler, egolarını tatmin etmek uğruna ana-babalarını bile satmakta duraksamıyorlar.
Tüm değerlerin piyasaya düştüğü bu ortamda, felsefeci Ioanna Kuçuradi’nin
“Bir insan, ona yapılan şeyle aşağılanamaz. Bize yapılanlarla değil, yaptıklarımızla aşağılanırız. Onuruma, benden başka kimse dokunamaz.” sözlerini anımsıyorum. Ve yaşanan bütün bu çirkinliklerin karşısında, “Değer mi be kardeşim?” diyerek, onur denen o yüce duyguyu sorgulamaktan kendimi alamıyorum.
Suyun başında haramiler; yalakalığın kutsandığı bir ortamda onurlu olmak büyük bedeller ödemeyi gerektiriyor.
Varsın öyle osun; utandıran değil utanan, horlayan değil horlanan, vuran kıran değil vurulup kırılanların safında olalım ki, kendi gözümüzde aşağılanmayalım…