Kentin, Camişerif, Mesudiye, Mahmudiye, Kiremithane ve Bahçe mahalleri gibi, mimari söylemde çöküntü bölgesi olarak tanımlanan yerleşim birimlerinde bulunan sit kapsamındaki yapılar, ancak özel projelerle kurtarılıp geleceğe taşınabilir. Çünkü mülk sahiplerinin mekânlarının kurtulması için gerekli olan restorasyonu yaptıracak güçleri yoktur. Anılan yapılar yıkılamayacağına göre, iş tarihi ve kültürel mirası korumakla yükümlü resmi kuruluşlara düşüyor.
Mersin’in özgün kent mimarisinin özelliklerini taşıyan bölgeler, yerel yönetimlerin gerekli çalışmaları yapmamaları nedeniyle zamana yenik düşerek yok olma tehlikesiyle karşı karşıyalar.
Duvarlarında yılların yaşanmışlıklarının izlerini barındıran yapıların kırık dökük pencerelerine sanki birilerinin” Bizi kurtarın” dercesine el sallayan görüntüleri yansıyor!
Tipik Akdeniz mimarisinin izlerinin görüldüğü dar sokaklar, üzerleri kiremitli taş veya bağdadi yapılar dikkatli gözle bakanları hüzne boğarken, kenti yönetmek adına işbaşına gelenlerse neredeyse kıllarını kıpırdatmıyorlar.
Bazı mesleki kuruluş yöneticileri yeri geldikçe atılması gereken adımlar hakkında ürkek söylemlerle olaya müdahil olmaya çalışsalar da, uğraşları en ufak bir sonuca ulaşmıyor.
Büyük alışveriş merkezlerinin kentin dört bir tarafında pıtrak gibi çoğalmaları, asrı aşkın geçmişe sahip yaşam alanlarını hayalet kente dönüştürürken, Mersin Valisi Hasan Basri Güzeloğlu’nun, tamamlanacağı yolunda yaklaşık bitim tarihi bile verdiği projeden de henüz bir haber yoktur.
Anlı şanlı kent yöneticilerinin her fırsatta “Dünya kenti” diyerek ahkâm kestikleri Mersin’in, özgün kent mimarisinin korumak adına gerekli çalışmaları yaşama geçiren Bolu, Muğla, Kastamonu, Beypazarı, Mardin, Gaziantep’ten neyi eksik söyler misiniz?
Kentin, Camişerif, Mesudiye, Mahmudiye, Kiremithane ve Bahçe mahalleri gibi, mimari söylemde çöküntü bölgesi olarak tanımlanan yerleşim birimlerinde bulunan sit kapsamındaki yapılar, ancak özel projelerle kurtarılıp geleceğe taşınabilir.
Çünkü mülk sahiplerinin mekânlarının kurtulması için gerekli olan restorasyonu yaptıracak güçleri yoktur. Anılan yapılar yıkılamayacağına göre, iş tarihi ve kültürel mirası korumakla yükümlü resmi kuruluşlara düşüyor.
Ne acıdır ki, konuyla ilgili kurum ve kuruluşların yöneticileri kulaklarının üzerine yatıp günlerini gün edip, konu hakkında yöneltilen sorulara ise,”Kentsel dönüşüm planı kapsamında gerekenler yapılacaktır…” yolunda sözlerle yanıt veriyorlar.
“Her derde deva!” olarak görülen kentsel dönüşüm projesinin ise ismi var, maalesef henüz kendisi yoktur.
Uzun zaman önce yaptığımız bir haber çalışmasında, Akdeniz Belediyesi’nce 1998 yılında plana işaretlenen, kent trafiğini rahatlatacak Mahmudiye Mahallesi’ndeki, Adliye Sarayını Sakarya Caddesi'ne bağlayacak 20 metre genişliğinde çift yönlü bir arter Büyükşehir Belediyesi’nin gerekli duyarlılığı göstermemesi sonucu bir türlü açılamadığını gördük.
Bu gerçek de gösteriyor ki, “Kentsel Dönüşüm Planı” bir efsane!
Geriye tek bir yol kalıyor, özgün kent mimarisinin kurtarılmasına yönelik dar kapsamlı bir proje geliştirmek.
Bu konunun ilk adımı, Mimarlar Odası önceki başkanlarından Sabri Konak’ın önerdiği gibi, Taşınmaz Kültür Varlıkları kapsamındaki yapıların restorasyonu için gerekli olan kaynağı sağlayacak bir fonu oluşturarak atılabilir.