Ümit Solmaz | İnsanlığın Karanlık Tarihi | MERSİN MOZAİK
Ümit Solmaz

Ümit Solmaz

İnsanlığın Karanlık Tarihi


“Ve Kabil kardeşini öldürdü.”

Bu kısa ifade, insanlık tarihinde sadece bir cinayetin değil, aynı zamanda bilinçli varoluşun başlangıcını işaret eder. Bu anlatı, bir suçun öyküsünden ziyade, insan doğasında var olan ikili karşıtlıkların – masumiyet ve kıskançlık, teslimiyet ve tahakküm – temsili olarak ele alınabilir. Burada sorulması gereken, insanın hangi noktada Habil iken Kabil’e, ya da Kabil iken Habil’e dönüştüğüdür. Habil, doğayla uyum içinde olan, safiyetin ve teslimiyetin simgesidir. Onun armağanı, içtenliğiyle kabul görür. Ancak bu masumiyetin korunmasız doğası, onu yok olmaya mahkûm eder. Kabil ise bilinçli öfkenin, karşılaştırmalı kıymet arayışının ve kıskançlığın simgesidir. Kabil, sadece kardeşini değil, kendi içindeki Habil’i de öldürür. Bu karşıtlık, Carl Jung’un “gölge” arketipiyle açıklanabilir. Jung’a göre bireyin içindeki karanlık yön tanınmadan, aydınlık yönü de tam anlamıyla gelişemez. Bu açıdan bakıldığında, Kabil’in eylemi bir dışsal kriz değil, içsel bir parçalanmanın dışavurumudur.

 

Kutsal metinlerde Tanrı, Kabil’i uyarır: “Günah kapında pusuya yatmış bekliyor; ama sen ona egemen olmalısın.” (Tekvin 4:7). Uyarı, suçun kaderden değil, özgür iradeden doğduğunu vurgular. Augustinus’a göre insan kötülüğü seçebilir, fakat bu Tanrı’nın adaletini lekelemez. Sartre ise özgürlüğü “lanet” olarak tanımlar; özgürlük, insanı kendi cehennemini yaratmaya da mecbur bırakır. Kabil’in seçimi, bu bağlamda insanlığın ilk bilinçli eylemi ve ilk ahlaki sınavı olarak değerlendirilebilir. Kabil’in bireysel suçunu modern insan kolektif suçlar üzerinden yeniden üretmektedir. Günümüzde artık taşla değil, kelimelerle, sistemlerle, politikalarla öldürülmektedir. Toplumsal yapılar; ekonomik sömürü, rekabet kültürü, ayrımcılık ve dışlama yoluyla Habil’in sesini susturur. Modern şehirler, yüksek duvarlarla örülü Kabil çadırlarıdır. Merhametin zayıflık olarak görüldüğü, başarının kutsandığı bu dünyada “kardeş” kavramı nostaljik bir anıya dönüşmüştür. Bu bağlamda suç, yalnızca bireysel değil; sistematik ve yapısal hale gelmiştir. Bugün dünya genelinde yaşanan çatışmalar, Kabil’in bireysel eyleminin ulusal, ideolojik ve ekonomik bağlamda yeniden üretildiğini göstermektedir.

 

Rusya–Ukrayna Savaşı: Kardeş halklar arasında süren bu savaş, milliyetçiliğin ve güç mücadelesinin masumiyeti nasıl yok ettiğinin göstergesidir. Suriye İç Savaşı: Etnik ve mezhepsel farklılıklar, aynı toplumun bireylerini birbirine düşman etmiştir. Filistin–İsrail Çatışması: Uzun süreli şiddet ve baskı, empati yerine düşmanlığı inşa etmiştir. Doğu Afrika’daki Gerilimler: Etiyopya ve Somali gibi ülkelerdeki etnik temelli çatışmalar, Kabil’in ruhunu kolektif bellekte canlı tutmaktadır. Bu çatışmaların ortak noktası, tarihsel hafızanın silinmesi, Habil’in yasının tutulmaması ve Kabil’in cinayetinin doğallaştırılmasıdır. Habil’e dönüş, nostaljik bir iyiye değil; bilinçli ve kararlı bir etik pozisyona işaret eder. Jung’un “gölge” kavramı doğrultusunda, birey içindeki karanlıkla yüzleşmeden aydınlığa ulaşamaz. Bu yüzleşme şu adımları içerir:

İçsel yüzleşme: Kabil’in izlerini bireysel düzeyde tanımak.

Hakikatle temas: Tarihsel ve toplumsal olarak suça ad koymak.

Etik direnç: Pasif masumiyet yerine bilinçli ahlaki seçim.

Umut: Kör iyimserlik değil; bilinçli bir etik inşa aracı olarak umut.

İyilik artık bir doğa hali değil; korunması, savunulması ve yeniden inşa edilmesi gereken bir bilinçtir.

Kabil’in gölgesi, bugün hâlâ bireylerin ve toplumların üzerinde dolaşmaktadır. Habil’e dönüş artık bir nostalji değil, insanlık borcudur.



ARŞİV YAZILAR