Barış Eroğlu | Mükemmelliğin Peşinde | MERSİN MOZAİK
Barış Eroğlu

Barış Eroğlu

Mükemmelliğin Peşinde


Yüzde ısrar etme, doksan da olur.

İnsan dediğinde, noksan da olur.

Bazen bir dize, bir sayfalık öğütten daha çok şey anlatır.

Bu dizeler de, çağımızın en büyük yanılgısını gözler önüne seriyor: Mükemmel olma takıntısı.

Günümüz insanı neredeyse her alanda “eksiksiz” olmaya şartlanmış durumda.

En iyi okul, en iyi meslek, en iyi eş, en iyi ev, en iyi görünüş… Hatta en iyi hobi bile rekabete dönüşmüş durumda. Yetinmeyi unutmuş, yetmeyi ise hep bir başkasının takdirine bağlamışız. Oysa hayat, bazen sadece “yeterince iyi” olmakla da güzeldir. Ama bunu kabullenmek yerine, mükemmelliğin peşinde tükenmeyi seçiyoruz.

Bu yorgunluk en çok da gençlerde hissediliyor. Kazanmak artık bir meziyet değil, bir zorunluluk gibi görülüyor. Sınavda derece yapamayan, sosyal medyada beğeni toplayamayan, bir başarı hikâyesi anlatamayan gençler kendilerini değersiz hissediyorlar. Kaybetmeye tahammülleri kalmamış. Oysa kaybetmek de büyümenin bir parçası. Ancak bu yeni düzende gençler sadece yarışa odaklanıyor. Empati yerine kıyaslama, yardımlaşma yerine rekabet öne çıkıyor. Herkes en önde olmak istiyor ama kimse yanındakine el vermek istemiyor. Bu da onları yalnız, bencil ve kırılgan bireyler haline getiriyor. Bu davranışların oluşmasında ebeveynlerin etkisi de kaçınılmaz bir gerçek...

Benzer bir doyumsuzluk duygusal ilişkilerde de hüküm sürüyor. İnsanın doğallığı, ekrandaki "kusursuz" karakterlerle kıyaslanıyor. Dizilerde izlenen lüks hayatlar, romantik jestler, sosyal medyada süslenen aşk pozları, beklentileri çıldırtıcı derecede yükseltiyor. Kimse kimseyi olduğu gibi sevemiyor. Herkes bir “ideal sevgili” peşinde. Ama bu idealin adı bile başlı başına sorun: Gerçek değil, kurgu. Bu yüzden en ufak eksiklikte “daha iyisi vardır” düşüncesiyle ilişkiler terk ediliyor. Sabır değil, tüketim kültürü öğretiliyor. Kalıcılık değil, hız. Derinlik değil, gösteriş.

 

İşte bu yüzden bu çağın en büyük yorgunluğu, “olması gereken” ile “olan” arasındaki savaştan doğuyor. Ve bu savaşta kaybeden hep “olan” oluyor. Oysa hayat, yüzde yüz olmak değil; noksan yanlarıyla barışmış bir “ben” olabilmek meselesidir. Gerçek huzur, kusursuzlukta değil; kusurlarıyla da sevilebilmekte saklıdır.

 

Son söz olarak:

“Bir ben varım deme, yoksan da olur.

Hatasız dost arayan, dosttan da olur.”



ARŞİV YAZILAR