Bedir Solmaz | Eylülün çağrıştırdıkları... | MERSİN MOZAİK
Bedir Solmaz

Bedir Solmaz

Eylülün çağrıştırdıkları...


Tüm gün ve aylara olduğu gibi eylülede herkes kendince bir anlam yükler... 

Şarkılarda hazan mevsimi, kimilerince yaz sonu aşkları dönemi, bağ bozumu vb. olgularla betimlenen eylül ayı, bende ise yürek sızısı, yenilgi, hayal kırıklığı, yakıcı hüzündür... 

Bir köşede oturup sarmalında kıvrandığımız sıkıntıları düşünürken,  yıllar öncesine yönelik anılar solan yapraklar gibi dökülüp savruluyor gözlerimin önünden...

45 yıl öncesinin 12 Eylül günüydü. Eşimin görev yaptığı Adana Tufanbeyli’deyiz. Sabah kalktım ekmek almak için fırına doğru yürüyorürken asker önümü kesip, “Sokağa çıkmak yasak hemşerim, haydi evine...” deyince zorunlu olarak geri döndük. 

Kenan Evren’in başkanlığındaki ordu yönetime el koymuştu. İçimizde bir tereddüt, biraz da umut; çünkü her gün sokak ortasında onlarca insan ölüyor, buna karşılık dönemim Başbakanı Demirel, “Bana sağcılar suç işliyor dedirtemezsiniz. Onlar güvenlik güçlerinin yardımcısıdır...” yolunda sözler söyleyerek  MHP'li militanlara destek veriyordu. Darbe de Demirel’e karşı yapılmıştı!
Solcular, azda olsa bir iyimserlik içindeydi.
Üç gün beş gün derken, sola yönelik ev basıp toplu tutuklamalar başladı; herkesin içinde bir ürküntü... 

İşim gereği geri döndüğüm Mersin’de, özellikle Gazi Mustafa Kemal Bulvarı’nın üzerinde kalan mahalleler tam bir abluka altında; neredeyse basılmadık ev, sorgulanmayan insan kalmadı...

Kimi sözde devrimciler bülbül gibi ötüp arkadaşlarını ele verirken, kimi yürekli yiğitlerr ise çok büyük  acılar çekti...

Öyle bir sancılı dönemdi ki, çocuklarımıza babalık  yapamadık...

O günlere yönelik tutuğum güncelerin bir yerine,“Oğlum baba beni havalara  at, baba beni havalara at diyor. Peki yavrum atayım. Ama babası olmayan çocukları kim atacak havalara...” diyerek, küçücük çocuğun en doğal isteğinin önüne set çekmişiz...

O günlerin atmosferinde biz de kendimizce  haklıydık...

Çevremizde öyle bir ateş yanıyordu ki, orta yerinde milyonlar, kenarda sırasının gelmesini bekleyen saf devrimciler...

Geriye dönüp baktığımda, canlılığını tüm yakıcığılığıyla koruyan birkaç fotoğraf karesi şekilleniyor belleğimde...

Yayıncı- yazar İlhan Erdost’un  Mamak Askeri Cezaevi'nde dövülerek öldüürlmesi, meydanlarda Kuran’dan ayetler okuyan Kenan Evren’in, “Asmayalım da besleyelim mi?” diyerek, topluma korku salıp  yargının üzerinde baskı kurması; henüz gençliğin eşiğindeki Erdal Eren'in yaşının Adli Tıp Kurumu'nca büyütülerek asılması; birde yüzde 91.37’lik oranla kabul edilen 1982 anayasasına Atatürk Lisesi’nde ret oyu verişimiz...

Geçmişi soğukkanlılıkla değerlendirdiğimde, içinde geçtiğimiz süreç ve sıkıntıların hiç de sürpriz olmadığını görüyorum...

Ülkemizi  bu noktaya getiren yolun taşları, tabii başta sözde aydınlar ve bilgi sahibi olmadan fikir edini zamanın ruhunu okuyamayan bizlerin de katkısıyla  ta  o günlerden döşenmeye başlanmış da  maalesef görememişiz...

Elimizle çizdiğimiz yazgımız sonucu, o dönemde  acılıydık,  bugünse kahırlı ve umarsızız...



ARŞİV YAZILAR