Hani o siyah beyaz fotoğraflar?
Sevgi ve huzurdur yaşamı güzel kılan; yokluğun, yoksunluğun kıyısında mutluluk olmaz!
Birilerinin küreselleşme, iletişim çağı gibi başlayan tümcelerle ahkam kesmelerine bakmayın siz, aslına bakarsanız hepsi fasa fiso!
Sevdalıların gözlerindeki pırıltının yok edildiği günlerden geçiyoruz!
İnsanlar bir biri ardına tüketime sunulan ürünlerin albenisine kapılıp kendilerinden kopuyorlar!
Sizin mutluluğun doruklarına çıktığınız anlarda, kim bilir kaç ailede ne dramlar ete kemiğe bürünüyordur!
Bir kez düşmeyiversin içinize ömür törpüsü hüznün gölgesi, çekip çıkaramaz sizi o yalnızlıktan ne internet ne de cep telefonu…
Umar aradığınız kişi, masallardaki Kafdağı’nın ardında soyut bir yanılsamadır!
Çünkü günün yiğidi, para denen her kapıyı açan anahtardır!
Dilinizin güzel söz etmesi, tutuğunuz fırçanın renkleri konuşturması, kaleminizin kıvrak olması hepsi boş…
Yazdığınız “Bir yanda yasemin/ diğer yanda narçiçeği/ ortasında sen/ öksüz çocuk gibiyim yokluğunda/ seni ne çok aradığımı ah bir bilebilsen!”dizeleri yıllar boyu içinize akıtacağınız gözyaşlarıdır…
Teknolojinin sarmalına dolanıp değerlerden koptukça yaşanmışlıklar yanılsamaya dönüşüyor!
Gün elektronik mesaj, dijital baskı günü…
Gazeteciliğe ucundan kıyısından bulaşan birisi olarak potada eriyen kurşunu harflere dönüştüren entertipin tıkırtısını arıyorum…
Şimdilerde adını dahi anmadığımız saatlerce emek verilen mektupların geçerli olduğu dönemlerde hiç olmazsa yanıt beklenir, umudun tohumu çimlenirdi yüreklerde.
Yeni icat ürünlerin insanlığın hizmetine sunulup yaşamı kolaylaştırması elbette güzeldir; tabii ki yerinde ve zamanında kullanılmak koşuluyla.
Benliğimizi ipotek altına alıp bizi bizden koparan dayatmacı kültür, gözü doymaz bir canavar, bizlerse o canavarı besleyen yemizdir aslında.
İsterseniz önce kendimizden başlayarak çevremize bir göz atalım:
Yaşantımızı kolaylaştırmak adına kullandığımız aygıtlar bir anlamda bizi esir almıştır. Çünkü her gün bir yenisi çıkan ürünleri edinebilmek için delicesine çırpınır dururuz!
İstediğimizi elde edemeyince hırçınlaşırız, hırçınlaşmaktan da öte canavarlaşırız; birbirimizin kafasını yarar gözünü çıkarırız.
Neyi niçin yaptığımızı, sonunun neye dayanacağını hiç mi hiç düşünmeyiz. Çünkü ürünlerin albenisi gönül gözümüzü kör etmiştir.
Sahi, en son mektubunuzu ne zaman yazmıştınız siz?
Telefonla her gün sohbet ettiğiniz, mesaj ya da elektronik postayla haberleştiğiniz, sonunda acı da olsa kaybettiğiniz sevdiğinizden size kalan bir andaç var mıdır?
Elbette yoktur.
Ben demiyorum ki teknolojiyi reddedelim; ne olur gerektiği zamanda gerektiği kadar kullanalım.
Yani, biraz da geleceğe izimizi bırakmak için uğraşalım; çirkinliklerle boğuşacağımıza güzellikleri paylaşalım.