Bedir Solmaz | Umarsızlık çok yakıcı ah! | MERSİN MOZAİK
Bedir Solmaz

Bedir Solmaz

Umarsızlık çok yakıcı ah!


Sabahın erken saatleri, Kültürparktayım, açıktaki gemilerden şavkıyan ışıklar küçük bir yerleşim birimini çağrıştırıyor; birkaç küçük tekne lüfer için sırtı çekerken, yağmurların başlamasıyla birlikte yatağından taşacak olan Müftü Deresi’nin denizle buluştuğu yerde kısmetini arayan birkaç balıkçı umutla bekliyor…

Umudu günlerine katık eden yoksul insanların beklentileri her daim hüsranla sonuçlanıyor!

Tan yeri henüz ağarırken bankta oturan Suriyeli genç kadınla yanında kumla oynayan çocuğun arasında geçen diyalog kopukluğu dikkatimi çekti; eteğinin çekiştirilmesinden bihaber kadın, sonsuz maviliğe dalıp uçup gitmiş uzaklara…

İçinde bulunduğu koşullara inat kendinden emin gözükmeye çalışsa da yüzündeki çizgiler çaresizliğini, ayağındaki topuğu yan basan ayakkabısı yoksulluğunu ele veriyor.

Derken ilgisizliğin gölgesinde tekdüze oyundan sıkılan çocuğun mızmızlanması artıyor; belli ki bir şeyler istiyor. Ana mıhlanmış gibi kıpırdamıyor yerinden, ya gidecek kapısı yok ya da çocuğun isteğini karşılayacak parası…

Umarsızlık çok yakıcı ah!

Okşayamazsın çocuğun başını, bölüşemesin ekmeğini; arada köhne gelenek zebanisi cehennemin...

Burası Türkiye, tüm ilişkilerin paraya indirgendiği ülke; çıkarsız sevmeler peşin hükümlere tutsak...

Kadının kendinden kopmuş durumu, çocuğun babasını düşünmeye itiyor beni; kim bilir nerde?

Belki de iç savaşa kurban giden yüz binlerden birisidir!

Ölüm, kime çarpacağı belli olmayan kol gezen serseri mayın bölgemizde…

Sahi, ölüm neden öncellikle yoksulları, çocukları kurban seçer kendine?

Bu noktada, Mina Urgan’nın 12-13 yaşlarındayken Tanrının hiçbir şeyden habersiz küçücük çocukların ölümüne engel olmayışını sorgulamasını anımsıyorum. Ve,“Kainatın yaratıcısı, herkese kötülüklerden uzak durmayı buyuran Tanrı, dünyada yaşanan bunca çirkinliğe neden engel olmuyor? Dünyayı kan gölüne çeviren Bush, bu gücü kimden alıyor?” diye düşünmekten kendimi alamıyorum.

Caddeden geçen cankurtaranın sesiyle daldığım düşüncelerden koptuğumda, kadın çocuğu çekiştirerek söylene söylene uzaklaşıyordu. Kadınla çocuk gözden kaybolmasına karşın düşüncemden atamadığım benzeri görüntüler ülkenin dört bir yanında günde kaç kez yaşam kesitine dönüşüyordur kim bilir?

Ne var ki, yaşanan bu dramlar görülmüyor, çığlıklar duyulmuyor!

Ülke yönetiminde bulunanlar kadınların ekonomik bağımsızlığına kavuşmalarını sağlayacak ortamları hazırlayacaklarına, kaç çocuk doğuracaklarının fetvasını veriyorlar!

Ekonomik sıkıntılarla boğuşan kadın analığını gerçek anlamda yapabilir mi? Çocukluğunu yaşayamadan sözde büyüyen yetişkinlerden oluşan toplumumuzun durumu ortada!

Ülke gerçeklerini görüyorum, yöneticilerin tavrını düşünüyorum; içimin acıdığını duyumsuyorum...

Ve dilimden,”Kendi küçük çığlıkları büyük ak kanatlı martılar / siz duyurabilir misiniz feryadını anaların / kurşun akmış kulaklara?”dizeleri dökülüyor… 

 



ARŞİV YAZILAR