PARAN YOKSA BİLİM YOK KARDEŞİM…
Her anne babanın gönlünde çocuğunun okuyup adam olması, iyi bir insan olması kadar vatana millete hayırlı bir vatandaş olması da yatıyor. Hele ki evlat çok başarılı olur, özellikle de fen bilimlerinde ilerlerse ve bilim insanı olursa birçok anne babanın dileği kabul olmuş olur değil mi?
Peki nedir bu bilim?
Nasıl üretiliyor?
Pratik bir örnekle açıklayayım;
Hani son üç yılımızı mahveden koronavirüsüne bağlı enfeksiyonu hepiniz biliyorsunuz. Nereden bildik bu hastalığı? Bir doktor iyi bir gözlem becerisi ile bazı hastalarında normalin dışında olan bir durum olduğunu gözlemledi. Sonra bu gözlemi ekibiyle birlikte sorguladı. Sonra bilimsel yöntemlerle bu sorgusunu bir sonuca ulaştırdı. Sonra benzer özellik gösteren hastaları bir araya getirip ortak noktaları buldular. Sonra bu hastalardaki süreci ve olası riskleri belirlediler. Her aşamada bu bilgiler “makale” adı verilen yazılarla bilim dünyasının dergilerine raporlandı. Önce “case report” adı verilen tek tek hasta bildirimleri yapıldı. Sonra gözlemsel toplu hasta raporları yayınlandı. Sonra gözlemleri laboratuvar verileri ile birleştiren raporlar yayınlandı. Daha sonra tıbbın ve diğer disiplinlerin muhtelif alt birimleri birlikte çalışarak etkeni ortaya çıkardılar. Sonra etkene yönelik ilaç ve aşı çalışmaları gibi hayatımızı kurtaran ekip çalışmaları bir yandan sürerken bir yandan da her disiplin konuyu kendi açısından daha kapsamlı incelemeye ve bilimsel kurallar çerçevesinde ulaştıkları sonuçları tıp literatürü üzerinden meslektaşları ile paylaşmaya başladı. Bu yapılan işin adı “BİLİM”dir. Özünde sorgulama, disiplin ve yöntem yatan soluksuz bir çalışmayı, muazzam bir tutku ve özveriyi anlatır.
Ülkemiz bugüne dek eğitime ailelerin verdiği önem ve yatırdıkları maddi-manevi imkanlar nedeniyle tüm dünyada müstesna bir yerdedir. Özellikle de sınıfların en çalışkan çocukları fen bilimleri veya sosyal bilimlere yönel(til)diği için de nitelikli bilim insanı konusunda oldukça iyi bir konumda idi.
Neden “idi” diyerek geçmiş zaman kullanıyorum?
Açıklayayım;
2004 yılı Ekim ayında Berlin’de Max Planck Cemiyeti ev sahipliğinde toplanan bir grup bilim insanı gelişmekte olan ülkeler başta olmak üzere dünyanın her yerinden bilim insanlarının yayınlanmış makalelere herhangi bir ücret ödemeden ulaşmasının önünü açmak için “The Berlin Declaration on Open Access to Knowledge in the Sciences and Humanities*” isimli bir bildiri yayınladılar. Dediler ki kademeli olarak tüm bilimsel dergiler “open acess” yani “serbest erişim” alanında olmalıdır. Bunun için de bir tarih belirlendi. En geç 2024’e kadar tüm saygın yayınevleri dergilerini bu statüye geçireceklerini bildirdiler ve böyle de yaptılar. Diyeceksiniz ki “ne güzel bilgi evrenseldir ve herkes ulaşsın aferin bu adamlara”. Haklısınız elbette ancak masanın öbür tarafından bakarsanız dergi yayınlamak ister kağıda basılsın, isterse dijital ortamda olsun para istediğine, çoğunlukla sermayenin elinde olan yayınevleri karlarından feragat etmeyeceklerine göre, bu para okuyucudan çıkmayacaksa kimden çıkacak?
Sınırlı sayıda ve sembolik “burs” adı altında parasız yayın seçeneği ya da yükü okuyucuyla yazara paylaştıran sınırlı birkaç çözüm daha olmakla birlikte özünde YÜK İŞ ÜRETEN BİLİM İNSANININ SIRTINA YÜKLENDİ. Şimdiye dek araştırma elemanı, araştırma materyali, istatistik desteği, dil edisyonu gibi muhtelif noktalarda para bulmak zorunda olan bilim insanları şimdi bir de makale basım ücretini bulmak zorundalar ki işlerini yapabilsinler.
Bahsettiğim Berlin bildirisi 2004 de yayınlandıktan sonra dünyadaki pek çok üniversite, ülkelerin eğitim bakanlıkları zaman kaybetmeden önemli yayınevleri ile farklı formüllerle uzlaşma yoluna gitti. Kurumsal anlaşmalarla “indirimli fiyatlar”, “hızlı geçiş” veya “ücretsiz geçiş” imkanları oluşturdu. Ülkelerindeki bilim insanlarına dediler ki “siz yeter ki bilim üretin biz sizin makale basma ücretlerinizi karşılarız. Hatta nitelikli dergilerde kabul ettirdiğiniz her makale için size teşvik primi dahi veririz. Önemli bir Uluslararası toplantıda bildiri sunacaksanız masraflarınızı karşılarız. Saygın bir yayınevinden kitap basarsanız sizi ödüllendiririz. Siz parayı düşünmeyin yeter ki iş üretin.”.
Öyle ya bilgi üretilirse buradan patent, hizmet gibi ekonomik kazançlar olur, bu harcanan para fazlasıyla ülkeye döner diye düşündüler.
Bizde durum nedir?
Bir Nöroloji hocası olarak söyleyeyim. Bu 2022’nin bitmesine günler kaldı ve 2023 yılı itibariyle parasız makale bastırabileceğim saygın bir Nöroloji dergisi kalmayacak. “Nedir ki bu makale basım parası maaşın da var, ver n’olacak?” diyorsanız söyleyeyim. Bu rakam yaklaşık 2000 euro (dolar) ile 9000 euro (dolar) arasında değişiyor derginin kalitesine (Impact Factor) göre. Şöyle anlatayım; COVID döneminde tüm dünyada yayınlanan yaklaşık dört milyon sekizyüzbin makalenin 207 bin tanesi ülkemizden çıktı ve pandeminin özel durumu nedeniyle ücretsiz basıldı bir kısmı. Bu muhteşem ve gurur verici bir başarıdır, neredeyse hiçbir kurumsal destek verilmemesine rağmen bilim insanlarının azminin sonucudur. Eğer bu salgın 2023’den sonra çıkmış olsaydı kaç bilim insanımız makalesini basabilirdi? Şahsen ben zorlanırdım. Aldıkları maaş aylık 1000-1500 dolar arasında olan gençlerimiz nasıl ödeyecek bu rakamları? Nasıl merak edecekler? Meraklarını hangi destekle bilgiye ve bilgilerini yayına dönüştürüp dünyadaki meslektaşlarıyla tartışacaklar? Hangi destekle uluslararası konferansların 500 eurodan başlayan kayıt ücretini ödeyecekler? Üstüne bir de konaklama ve ulaşım giderlerini, vize giderlerini nasıl karşılayacaklar? Bunları yapmazlarsa bilim dünyasında nasıl yer edinecekler? Ülkemizi muasır medeniyetler seviyesine nasıl taşıyacaklar?
N’olacak şimdi?
Zaten gençlerin akademiye ilgisi, ülkede kalmaya ve bilim yapmaya ilgisi malum. Var olan ilgi ve bilgi birikimini makaleye çeviremezsek, makalelerdeki bilgiyi patente çeviremezsek, insanlığa hizmete ve ürüne çeviremezsek öğretim üyesi olarak biz niye buradayız?
Üniversiteler, YÖK, TÜBİTAK, ULAKBİM neresinde bu meselenin?
Şu anda dünya bize diyor ki “paran yoksa bilim yok” kardeşim.
Bizim cevabımız ne olacak?
* Open access and the developing world. November 2004The National medical journal of India 17(6):289-91